31 Ağustos 2007

pazar yeri

cuma... pazar yani. dün akşamdan gelmeye başladılar. sabaha kadar hep geldiler. şemsiyeler açıldı, tezgahlar kuruldu, kamyonlar boşaltıldı. sesler, sesler... sonra sabahın köründen itibaren arı vızıltısı gibi daha da fazla sesler. sıcak, sıcaktan içi dağılan, içten eriyen meyveler, sebzeler, kokular, insanlar... eskiden top oynadığımız kocaman pazar yeri. hayatımın belli dönemlerinde burada dizlerim kanadı, kollarım çizildi, üstüm başım battı. birkaç yaz tam burada çalıştım da ben; dayıoğlunun manavı. poşetler, tartılar, bağrışmalar. başarısız da değildim sanırım. daha fazla yaz lokantada garsonluk yaptım; dedenin. şişler, tabaklar, bahşiş umutları, gece yarısı bardak yıkamaları...

garsonlarla anlaşamam, çok azını severim. ilk defa gittiğim bir yerde "sen ne yiyorsun burada" soruma hemen cevap vereni tutarım (geçen aynısını biraderimin de yaptığını gördüm. bazı şeyler kalıtımı da aşıyor demek). manavlarla fazla muhatap olmamaya çalışırım, "bu mal 3 gün önce geldi siktir et yaramaz sana" diyebilecek olanı bulmaya çalışırım. ama ikisi de zor bulunur. insan hayatta zor bulduğu şeylerin kökenlerini kavramalı...

cuma... pazar yani.
-Serik-

27 Ağustos 2007

illüzyon

"tatile gidiyorum" düşüncesini fazla yanılsamalı bulurum ben. birincisi duracaksan, tatilde değilken de durmayı başarmak lazım. ikincisi, "mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi, gittim geldim tekrar saçmalığa durdum" lafları ne kadar tatsız; hayatı böyle kompartımanlaştırmak değil mi zaten dertlerimizden birisi? (bu kompartımanlaşma meselesi daha geniş işlenmeli)
yine de o kadar yıkıcı olmayalım, hiçbir şey düşünmememize değil (neler düşüneceğimiz az çok belli) ama daha az düşündüğümüz şeyleri düşünmemize vesile olursa ne ala...

22 Ağustos 2007

turgut uyar

UMUTTUR
“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar

04.08.1927 / 22.08.1985

20 Ağustos 2007

tül perde



tül perdenin salınışını bir şeye değişmem... benim hayatta zamanla derdim oldu. zamanı anlamaya çalıştım, zamanı kavramaya çalışıyorum. bazen, avuçlarımdaymış gibi hissettiğim oluyor ama: uzun, kıpırtısız, durgun, sakin, -tabii ki ahmet hamdi- yekpare... başım dönüyor öyle anlarda, kendimi boşlukta gibi hissediyorum. iyi boşluk ama. zen. huzura bir ad belki...

tül perdenin salınışını bir şeye değişmem... tek pencereden görünen bir sürü ağacın arkasında bir parça da gökyüzü. köşede bir de metruk ev. cam ardına kadar açık çoğu zaman. usul mu usul bir esinti, yaprakların hışırtısı, güneşin gözüme girmeye çalışması, gözlerimi açık tutmaya uğraşmam, gözlerimi kapatıp kapatıp uyanmam. yattığım yerden, kendimi sanki bitmez tükenmez bir tatildeymişim gibi hissediyorum. oysa şehrin göbeğindeyim, gürültünün tam içindeyim, ama işte tatlılığın kollarındayım.

tül perdenin salınışını bir şeye değişmem...

10 Ağustos 2007

"öyle bir geçer zaman ki..."

aksaya topallaya nüzhetiye caddesinde ilerliyorum. sağ tarafta "behçet necatigil bu evde yaşadı" tabelası. bir zaman bakıyorum. apartmana. caddeye daha sıkı mı yapışıyorum? bir ambulans. sedyede çok yaşlı bir kadın. apartmana sokuluyor. hastanedeymiş evine mi dönüyor? gözünü açamayacak kadar yaşlı.

[erkin koray'ın "sevince"si ne zaman çalsa, benim gözümün önüne çekemeyeceğim kısa filmim gelir. aynı sahneleri tekrar tekrar kurarım. sallanıp duran bir otobüsün içinde, bir istanbula geliş hikayesi. birilerine anlatmış kaydetmiştim ama bi bulsam...(otobüs şangay'dan, koltukların arkasındaki yazıya çince diyebiliriz.)]


beşiktaş çarşı'da bursa iskender diye bi yerde bir şans daha vermek istiyorum. şimdiye kadar yediklerimin en fenası geliyor. istanbul'da iskender yapmayı bilmiyorlar, bunu tescilliyorum. "istanbulun bütün iskendercileri birleşin angara'ya uludağ'a gidin" diye bağırıyorum ama bi ben duyuyorum haliyle...

netice: dışa burkulma hasebiyle her iki tarafta hasar, bilek boşalması, tendona baskı, doku zedelenmesi. ilaç tedavisi, buz tedavisi, 1 ay top yasak...

08 Ağustos 2007

"biri bana dedi ki..."

kadir kıymet meseleleri üzerine çok iyi düşünmek gerek. vicdan meseleleri üzerine çok iyi düşünmek gerek. belki de tersi hiç düşünmemek. "düz mantık", her şey basit". bunların hep iki taraflı şeyler olmaları hatta daha da basitleştiriyor her şeyi. tek taraflı oldu mu karmakarışıklaşma eğilimi çok yüksek zira.

bir roman kahramanı sadece kendi mevzularından haberdarken, okuyucu her şeyi bilir. peki kahraman olmak mı iyi, okur olmak mı?

"herkes bir gün bulacak bir şeyler arar, ama herkes bulamaz" diyormuş carla bruni. önünde eğilmek gerek. o şarkı söylerken benim içim hep bi tuhaf oluyor.

1- biri bana dedi ki
2- raphael
3- herkes
4- boğulmuş
5- bendeki sen
6- bir odadaki gökyüzü
7- onu tanıyorum
8- mahallenin en yakışıklısı
9- hüzünlü şarkı
10- aşırı
11- aşk
12- son dakika

07 Ağustos 2007

lola rennt


ben otobüse, tramvaya neyse artık yetişmek için koşmam. nadirdir diyelim ya da. birincisi yetişemeyeceğimi bildiğim şeyin peşinden koşturmak gereksiz gelir, ikincisi misal tam yetiştim sanıp kapıda kalınca içeriden bana bakanların bakışlarına dayanamam. zaten bazen, ne kadar koşarsan koş fayda etmez de duran gideceği yere varmış olur.

iki hafta önce burktuğum bilekteki ağrının ısrarla gelip gidiyor ama geçmiyor olması futbol hayatımın bittiği olarak da yorumlanabilir tabii.

02 Ağustos 2007

uçan halı


bizim burada halıcılar var. zira bizim burada turistler var. sokağa halı atanlar, parka boy boy, çeşit çeşit kilimleri serenler, ellerinde kaynak makinesine benzer küçük tüpe takılı bir aletle halıları yakanlar... bütün faaliyet halılar eski gözüksün diye. eski gözüksün ki, antika fiyatıyla kaktırılsın.

zamanı gelmemiş bir şeyi zamanı gelmiş gibi görmek ne kadar yanılsamaysa, zamanı gelmiş bir şeyi zamanı gelmemiş gibi görmek de o kadar dandiri.

bizim burada ayakkabı boyacısından, garsonuna, halıcısından, börekçisine esnaf beni gıcık etmek için İspanyolca şakıyor... bir yandan da halılar işte eskiyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...