22 Nisan 2010

kıvırcık


kıvırcık saçın nedeninin saç kökünde yattığını tahmin ediyordum zaten de bilimsel açıklamasını da yapmış adamlar: "Saç kökünün, kafa derisinin 4 milimetre altında olduğunu tespit eden bilimadamları, saç kökünün kıvırcık saçlılarda çengel biçiminde, Avrupalı ve Asyalıların saçlarında ise düz olduğunu belirlediler."

saçlarımın değişik olduğunu iyice netleştirmem şüphesiz ilkokula dayanıyor. herkesin saçları düz düz, kirpi gibi olanlar var dik dik, kafalarının arkasında saç dönümü yerleri belli olanlar... çok kısa saçı o zamandan sevmem zaten ama çok uzayınca da eso'nun tabiriyle "papaz gibi" oluyordu. yine de kafamdaki farklılığı keşfetmem, saçlarımla oynamaya ilkokuldan çok daha önce başladığıma göre, çok daha eski olmalı. o zamandan beri saçımla oynar dururum. daha çok bir şeyler okurken, iş yaparken, düşünürken... (bir sınavdan çıkıp tuvalete gittiğimde aynada kafamdaki kalemi görüp şaşırmışlığım da vardır.) tam da bu yüzden saçlarımın ön tarafının fazlasıyla yıpranmış, zedelenmiş, hatta açılmaya yüz tutmuş olması anormal değil; çok çektiler elimden. oysa ben onlara hiç özen göstermemeye, özel ilgi sunmamaya, "amann ne olacaksa olsun" demeye hep devam ettim. misal toplasan kaç kere taranmışlığı vardır ki? (dallama berberin birinin saçları ıslatmadan taramaya kalkıp, tarağı kurtarmak için kafamı öne-arkaya sallamışlığı da vardır.)

üniversiteye girdiğim sene uzattığım saçlarımın 23-24 cm.'e kadar çıktığını hatırlarım (evet, ölçmüştüm.) serde brian may olma hayali de var, kıvırcıklığın en meşakkatli dönemi olan kısalıktan çıkıp uzunluğa geçiş sürecindeki "hahaha"lara, "hohoho"lara, müstehzi bakışlara hiç aldırmadım. saçımdan hep gurur duydum, saçımla hep mutluydum. istanbul'a ilk geldiğim vakitlerde de yine kısalıktan çıkıp nisbi bir uzunluğa ulaşmıştı saçlarım. kestirdiğim zamanı kaydetmişim nitekim.



tekrar uzatmaya başlamam nereye denk düşüyor tam hatırlamıyorum şimdi ama sanırım yaklaşık 2008 mart'ından beri berber görmüş değilim. bu sefer ölçmüşlüğüm yok fakat tahminim o 23-24 cm'i geçeli epey olduğu yönünde. üstelik bir devrime imza atıp üzerinde "uzun kıvırcık saçlar" için yazan bir krem de aldım geçen.

kıvırcık saçlılar, biraz solaklar gibidir; kendi iç dünyaları, medeniyetleri vardır. "bu saç ıslanmıyor denize falan girince di mi?"den, o dingil reklamla ortaya çıkan "bonus kafa"ya uzanan bir dizi sataşmaya göğüs gererler. kişisel olarak en tiksidiklerim ise saçlarına fön çekip duran, "bakkkk düzzzz benim saçlarım da" diyen kadın kıvırcıklardır (erkeklerden böyle yapan varsa zaten bizden değildir). kadere böyle meydan okunmaz, bunu bilmezler...

kısa da olsa uzun da olsa saç kökümün çengel biçiminde olduğunu bilmekten hep gurur duydum, saçımla hep mutluyum. bir berber tabelasında gördüğüm saç kesim fiyatlarının almış yürümüş olmasına ise ("20 tl" diyordu) şaşırmış haldeyim...

09 Nisan 2010

cümlenin öğeleri


Mehmet Maral'ın, şimdi tam hatırlamıyorum bir gizli özne miydi yoksa dolaylı tümleç mi, cümlenin bir öğesini bulamamam yüzünden, tahtaya kalkmış bana söylediklerinin içime nasıl oturduğunu bugün bile hatırlarım. unutmam. bir de, yaşlılığının verdiği "buralar hep beton oldu eskiden ne güzeldi" duygusuyla söylediğini düşündüğüm "arada yeşile bakın, kafanızı kaldırıp göğe bakın gözleriniz sonsuzla uyum yapsın" lafını. o koskoca sınıftan bunu tek hatırlayan bensem bile Maral hocalığını yapmıştır, sevmesem de.

Çorum-Alacalı Mustafa hocam, konuşurken ağzından tükrük saçardı belki biraz diş durumundan ama çok iyi adamdı. bir kompozisyon ödevinde Konya'da babaannelerde geçirdiğim köy günlerini anlattığım saçma "ata bindim, harıma gittim, soğan çapaladım" mealindeki yazıya sınıf ergenlik kötülüğüyle sırıtırken onun "ne sırıtıyorsunuz, pek güzel olmuş" deyişini, sınavların kompozisyon kısımlarında bana hep en yüksek notu çakışını unutmam.

Müslüm hocayı sevdim diyemem, hiç hazzetmedim. kolumdaki bilekliklerime takışı bir yana, "sen ateş misin? beni tanımıyorsun, ben ateşe benzin dökmeyi severim" deyişini unutmam. sonra tam da o adam okul tarihindeki ilk gerçek anlamdaki tiyatro oyununda bana neden başrol verdi anlamış da değilim.

Kamuran hocanın tipinin o kadar olmasa da giyim kuşamının her zaman şık olduğunu unutmuyorum. dersleri zevkli geçerdi, "okuduğumuzu anladık mı"nın gelişmiş versiyonları işte zaten. "Gıprıslı" Suzan hocanın ise sesini unutmak mümkün değil tabii; en kızgın olduğu anda bile çocuk sesi çıkaran bir kadın.

şimdiki aklımla bakınca Hüseyin hocayla biraz daha yakın ilişki kurmanın, tek sayı çıkan ama iyi çıkan, unutmak mümkün değil, okul gazetesinden daha verimli sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorum. aslında tabii çok geç kalmış bir rastlaşmaydı bir yandan da zira liseyi bitirmek üzereydim.
***
türkçecilerim-edebiyatçılarım bunlar oldu benim. türkçeyle, edebiyatla daha içli dışlı olmama açık bir yararları oldu mu emin değilim ama işte sabah tramvay durağında gözlerim sonsuzla uyum yapsın diye denize bakarken aklıma geliverdiler...


ps. resim şuradan. enteresan bir makale.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...