28 Kasım 2007

camera obscura


ne istemediğini bilmek, ne istediğini bilmekten çok daha önemli gibi geliyor uzun zamandır bana. ne istediğini bilmek, söylenenlerin aksine hayatta pek bir mana taşımıyor. çünkü "çok istersen olur" teranesi aslında bütün hikayenin sana bağlı olduğu yanılmasını yaratıp zihin bulandırıyor. "camera obscura". halbuki senin istemen bir şey olsa da esasen koşulların, şartların, başka insanların uygun olması, denk düşmesi lazım. bunları mümkün olduğunca yerine getirmeye çalıştığında bile durum böyle. hadi bakalım brian may'le tanışmayı, onunla gitar çalmayı çok istiyorum; hayatımdaki her şeyi bir kenara koyup kendimi sadece bizim takıma verebilirim; tamamen "bize" ait bir apartmanda belli bir ekiple oturmak kafamın hep bir yerlerinde... ama işte bunların olması benden ne kadar bağımsız aslında.

fekat ne istemediğini bilmek... insanı "bir şey" yapan tam da odur işte kanımca.

20 Kasım 2007

nihaventten kulübe...

bugün bir yazıya attığım başlıkla fark ettim, sanırım en sevdiğim makam nihavend. "körfezdeki dalgın suya bir bak" olsun, "unutturamaz seni hiçbir şey" olsun, "göze mi geldik" olsun, "bir ihtimal daha var" olsun, "kalamış" olsun... rakı da olsun tabii. mümkünse kulüp ama...

kulübü ilk defa ne zaman, hangi vesileyle içtiğimi hatırlamıyorum. çok zaman oldu ama ve ihtimal değişiklik olsun diyedir. sonra ama saplandım. ankara'da eski körfez'de, sonra kumsal'da, sonra yeni körfez'de hatta arada mülkiyeliler'de bile kulüp içmişliğimiz vardır hep (angaralılar "peki tavukçu?" demesin, orayı sevemedim ben bi türlü. az gitmişimdir, gittiğimde de kulüpleri yoktu sanırım.)

biz kulüpçü olduğumuzda bu kadar rakı yoktu tabii ortalıkta. tekirdağ rakısı çıktığında ona kaptırdık bir müddet ama kulübe olan sadakatimiz sürdü. sonra efe çıktı, sonra diğerleri işte. ve noldu? bizim kulüple, kankası altınbaş bulunmaz oldu. zaten üst ligin kalibresi yüksek yabancı oyuncuları gibi vakur duruşları vardı, lig iyice kalabalıklaşıp sıradanlaşınca hepten ihtiyaç kalmadığını düşündü mekan sahipleri.

şimdi konstantiniye'de ara ki kulüp bulasın. bi tünel'e yakın "tavanarası" denen yerde var (puro, sigar falan içirmediklerinden beri kestik ayağımızı oradan), bi "asmalı" da (şükür). diğer yerlerde yeşil efe (yeni rakı'yı oldum olası pek sevmem zaten).

bir de geçen içtiğimizde gördüm ki şişesini değiştirmişler, böyle yivli minare benzeri bir şişe yapmışlar. allahtan etiketine dokunmaya cüret etmemişler. önce etiketi yapan ihap hulusi, sonra etiketteki diğer adam hulusi'nin arkadaşı fazıl ahmet aykaç çarpar...

12 Kasım 2007

"başkasının derinlikleriyle oynama"


insan hayatta insanlar hakkında yanılabilir. bu normaldir. hatta, yanılmanın senden kaynaklanmadığı bu yüzden kendini suçlamayacağın durumlar da olabilir. yanılırken yine de şuna dikkat edeceksin, wittgenstein'ı aklında tutarak, "başkasının derinlikleriyle oynadım mı?" "hayır"sa sabah sabah bir parkta, şahane bir dalga gösterisi varken simidini yiyebilirsin mesela. dramatize etmeyelim, "evet"se de yapacak bir şey yok, belki biraz vicdan, pehhh yani. o simit yine yenilebilir.

yine de netice onun dediği gibi, "Düşün ki, başına ne gibi bir mutsuzluk, nasıl bir acı gelirse gelsin, bunu sen kendin hak ettin"...

07 Kasım 2007

kitabın fuarı

memlekette bu kadar çok tutunamayanlar satıyorsa, nasıl oluyor da bu kadar acayip bir yer hala burası? tutunamayanlar'ın acayipliğinden mi? sevgi soysal, hemen hiç satmıyor, yenişehir'de bir öğle vakti halbuki, yürümek sonra... yakup kadri'nin ankara'sı sahiden güzeldir, yaban'ı da tekrar okumak gerekir mi bilemedim. cemil meriç insanın üzerine resmen yağıyor, peki islamcılar bu adamı sahiden sağcı mı sanıyorlar? bu da bir başka acayip durum. ders kitabı olmayı başaramamış araştırma-inceleme kitaplarının satmamasına dair çok söylenecek bir şey yok, ne bekliyoruz ki? poulantzans'ın faşizm ve diktatörlük'ünü okumak şart gibi duruyor. daha da çok ama gramsci, cevap ağırlıkla onda gibi geliyor bana, daha da çok çalışmalı.


okuma havasına girmiş durumdayız, tam bir açlıkla saldırma hali kitaplara. uzun zamandır kaybettiğimiz bir durumdu esasen, iyi geldi. kafcamus bir senesini doldurdu malum, sağ sütundaki "kitabi"yi tam da bir sene boyunca "iş gereği" dışında ne okuduğumu görmek için oluşturmuştum (bkz. 6 Kasım), ki oraya da okuduğum her kitabı yazmadım aslında. ama geçen senenin 1 numarası truman capote-gece ağacı'dır (camus zaten kategoriler üstü olduğundan değerlendirmeye girmedi). aslında bu kitaplara dair falan bir şeyler söylemek için ayrı bir blog mu şey etsek diye de düşünüyorum ama beri yandan da ayrı blog gereksiz gibi geliyor.

01 Kasım 2007

eins, one, un, uno, um: 1

"aslında bütün mesele neydi?"
"bak ne güzel yapmış, anlatmış. biz de yapalım"

aslında bütün mesele "ben de yaparım"cılık. aslında bütün meselenin kökünde belki de kıskançlık...


her şey böyle başlamıştı, 1 sene olmuş...

açıklama 1: bak ne güzel yapmış" dediğim hafakan'dı.
açıklama 2: zaten o yüzden kafcamus'nün "vaftiz anne"si -ona da sormadan- o ve tabii ben takıntılı olduğum için, başka blogları da takip etmeme rağmen link olarak sadece o olacak.
açıklama 3: üst üste gelmiş gibi olacak ama "aslında bütün mesele neydi?" de Zafer'in intihar mektubunun girişidir.

teşekkür 1: elbette hafakan'a, önümüzde başka bir kapı açtığı için.
teşekkür 2: varlarsa, ki sanırım varlar, takip edenlere.
teşekkür 3: ona... beni ben yapan her neyse, beni benden alan her neyse, beni ben kılan her neyse... onlara...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...