25 Haziran 2015

Kazım'ın tişörtünün yıldızı

bir müzisyeni sevmek için türlü neden bulunabilir: tabii ki yaptığı müzik; tabii ki bakışı, duruşu, tavrı, tarzı; tabii ki sana hissettirdikleri... uzar bu. uzatmadan söyleyeyim, ben Kazım Koyuncu'yu pek severdim. Zuğaşi Berepe'yi "keşfettiğim" günden beri diyeyim, yalan olmaz, "bir gün bu adamlarla bir şeyler yapsam" derdim. ufaktan yazıp çiziyordum, serde "müzisyen olsam"cılık, "grup kursam"cılık da vardı zaten hep. olmadı, ZB'yle aşkımız platonik kaldı. ama çok dinledim ZB'yi, çok.

sonra Kazım gruptan ayrıldı, yeni albümler yaptı. bir müzisyeni pek fazla kişi tanımazken sevip, sonra "yükselişini" görmek iki türlü duygu uyandırabilir: "kimse bilmezken seviyorduk biz onu, sonra popüler oldu, bizim sevdiğimiz adam/kadın/grup kalmadı" ya da "kimse bilmezken seviyorduk biz onu, sonra popüler oldu ama hala bizim sevdiğimiz adam/kadın/grup". ZB, Kazım kadar popüler olmadı zaten hiç ama Kazım için hep söz ettiğim ikinci duyguyu hissettim. ZB'yle başlayan "bir gün bu adamla bir şeyler yapsam" hissim de hiç kaybolmadı.

İstanbul'a yerleştiğimde gazete işleri üzerinden kendisine epey yaklaştığım oldu ama tanışamadım. ZB'cilerle, Kazım'la birlikte bir şeyler yapmak kafamdaki "hayallerim" rafındaki yerinde durup dururken Kazım öldü. epey zamansızca. o zamanki ev arkadaşım Uygar bey kardeşimle Harbiye'de Kazım için yapılan törene gittiğimiz günün akşam saatlerine doğru koluma siyah, deri bir bileklik aldım. hem onu unutmayayım diye hem de işte kendime "bu adamla bir şeyler yapamadın, bu adam için bir şeyler yap"ı hatırlatmak için.


bunun imkanları da çıkmadı değil: misal Ümit Kıvanç'ın Kazım belgeseli yapmaya başladığını öğrendiğimde o işin içinde yer almak için çok heveslendim. hatta Ümit abiyle oturduk konuştuk; belgeselin ham malzemesine, topladığı fotoğraflara epeyce göz attım. neticede olmadı, o belgesel projesinde yer almadım ben. ama elimden gelen şeyler de oldu sanırım: muhtelif yerlere, muhtelif yazılar yazdım Kazım için.

zaman durmuyor elbet... o bilekliği koluma takalı bugün tam 10 yıl olmuş (kolumdan hiç çıkarmadığım düşünülürse amma dayanmış). yani Kazım öleli 10 yıl geçmiş. ama hala yaşıyormuş gibi değil mi? neden unutulmuyor peki? iyi müzisyen olmasını bir yana koyalım, bence "iyi" bir insanmış çünkü Kazım. bir tür "iyilik çekimi" diyelim: Kazım'ın arkadaşlarının anlattıklarına bakınca mesela, hemen hepsi adamı ilk gördüklerinde "bu adamla bir şeyler yapsam" dediğini görüyorsun. tıpkı bendeki hissiyat yani. bir kişinin hemen herkeste "şununla bir şeyler yapsak" duygusu uyandırması kişinin "iyiliğinden" başka neyle izah edilebilir bilmiyorum...


metafiziğe inanan bir insan değilim prensip olarak ama yakın zamanda çıkardığımız, Uğur Biryol kardeşimizin, "Kazım'ın Sevdası" kitabını yaparken şöyle bir şey oldu: kitap için çokça uğraştım; o dönemde normalden çok daha fazla dinledim Kazım'ı, Zuğaşi Berepe'yi; bir sürü konserini, söyleşisini seyrettim. kitapla uğraşıp dururken, "bu kitap da bu adamla/bu adama bir şeyler yapsam duygumu giderebilecek bir şey değil" diye düşünürken, bir gün öylesine girdiğim bir mağazada çarpıldım kaldım. zira o güne kadar çok aradığım ama bulamadığım, Kazım'ın en çok kullanılan fotoğraflarından birinde üstünde olan kızıl yıldızlı tişört, hem de aynı renkte öyle duruyordu (bir yerlerde ya okudum, ya seyrettim, bulamıyorum şimdi ama Kazım kendi tişörtünü Almanya'da bit pazarından aldığını söylüyordu. benim bulduğumun yıldızı bir parça daha büyüktü ama o kadar kusur kadı kızında da olur tabii). evet, metafiziğe inanan bir insan değilim ama metafiziğe inanmak insanı mutlu da eder bazen ya hani, "Kazım" dedim, "eyvallah abi" dedim, hemen aldım.

bunu şuraya bağlamak için anlattım uzun lafın kısası, Kazım'ın tişörtündeki yıldızın beş köşesi için "müzik, isyan, iyilik, büyük insanlık, hayal gücü" diyorum ben (başkası başka beşliler yaratabilir elbet). bu beş köşeye imanımız sürdükçe onun için, onunla birlikte bir şey yapmış sayılırız gibime geliyor artık. bir insanın bu duyguyu başka bir insana vermesi bile büyük iştir neticede. tam da bu yüzden Kazım Koyuncu, ne kadar zaman geçerse geçsin, dokunduğu hayatların içinde hep kalacak işte. daha ne olsun?...

 




mühim not: bu yazıyı yazdıktan, kitap çıktıktan yaklaşık 10-15 gün sonra o bahsettiğim, Kazım öldüğü gün aldığım bileklik düştü! tekrar takmadım tabii; metafiziğe inanan bir insan değilim ama metafiziğe inanmak insanı mutlu da eder bazen...

19 Haziran 2015

Sen öldün İbrahim, seni öldürdüler...

İbrahim,

Seninle tanışma ihtimalimiz var mıydı, bilmiyorum doğrusu; ben Adana’ya gelip giden biri değilim pek, senin yolun İstanbul’a düşüyor muydu acaba? Yine de dünya küçük, belki bir yerlerde birbirimize teğet geçmiş olabiliriz, kim bilir. Her durumda, artık tanışma ihtimalimiz yok zaten: Seni öldürdüler!

Tam bir yıl önce, 15 Haziran 2014’te Adana’da bir eyleme katılmıştın ya da katılmadın sadece geçiyordun oralardan, bakınıyordun. 15 yaş, merak yaşı değil mi biraz da? Lice’de yaşananları protesto eylemiydi hani. Sonra eyleme müdahale oldu. Sen öldün İbrahim! Kafatasın parçalandı, bir kaldırımın üstünde öylece kalakaldın. Normal bir silahın yapamayacağı bir tahribat vardı kafanda: “Harp silahı bu” dediler, “gaz fişeği” dediler, “domdom kurşunu” dediler, “pompalı tüfek” dediler… Emniyetse önce elinde bomba olduğunu, o patlayınca öldüğünü söyledi. Oysa öldüğünde ellerin sapasağlamdı. Oysa ön otopsi raporun, ölümünün çok açık şekilde yakın mesafeden atılan sis bombası yüzünden meydana geldiğini söylüyordu; sen öylece kaldırımda yatarken 45 santim yanında sis bombası parçası bulunmuştu mesela. Durum bu kadar açık olunca elinde bomba olduğu iddiasından vazgeçtiler tabii. Ama bu sefer de “gizli tanık” ifadesiyle, senin yaşlarında bir başka çocuğu buluverdiler İbrahim. Zaten önceden sabıkası da varmış çocuğun, senin katilin de oluverdi. Zaten emniyetteki silahlar insanın kafatasını, sana olduğu gibi parçalamazmış İbrahim. Bunu da damacanalara ateş ederek test ettiler!

Sen öldün İbrahim, seni öldürdüler. Tam bir sene oldu. Sen belki seni öldüreni gördün ama biz seni kim öldürdü, bilmiyoruz. Sonuçta bütün hikâye senin yaşlarında bir başka çocuğun üzerine kalacak gibi görünüyor. “Evet abi, beni öldüren gerçekten o çocuk; polisin suçu yok” diyebilirsin belki. Ama esas mesele ne biliyor musun? Esas mesele; ne olursa olsun, kim olursa olsun, eylemde olsun, sokakta olsun, suçlu olsun, suçsuz olsun, kim yaptıysa yapsın, katil kim olursa olsun, sokak ortasında senin gibi 15 yaşındaki çocukların kafalarının uçurulabildiği bir ülke olması buranın. 15 yaşındaki çocukların kafalarının parçalandığı, üzerinden geçen 1 yılda da adalet için neredeyse hiçbir şey yapılmayan bir ülke olması. Anneleri-babaları “adalet arıyoruz” diye gözyaşları içinde bırakan bir ülke olması. Çocukları arasında ayrım yaptığı hissedilen, bazı çocuklarına sahip çıkmaktan imtina eden, çocuklarını sevmeyen bir ülke olması. Bir tür sahte duyarlılıkların ülkesi olması. Öğretilmiş çaresizliğin diyarı olması...



Ben senin ölümünde, kaldırımda öylece kalakalışında sadece senin ölümünü değil, asla unutulmaması gereken bir şeyler de görüyorum İbrahim. O yüzden seni bunca sahiplenmem. Adın nedense pek anılmıyor ama bana kalırsa, bir tür “yabancı” olarak yaşadığın bu toprakların günün birinde çocukların sokak ortasında pervasızca öldürülmediği bir yere dönüşme ihtimali mücadelesinin sembollerinden biri oldun bile.

İbrahim, aziz kardeşim,

İncil, adaşın için, “İbrahim yüz yetmiş beş yıl yaşadı” diyor ya, sen ancak 15 yıl yaşayabildin! Müsaade etmediler daha fazlasına. Öldürüldüğünde üzerinde Galatasaray forması vardı ya hani, takımının şampiyon olduğunu göremedin mesela. Ya da seçim sonuçlarını mesela. Ya da, ya da, ya da… Böyle uzayıp gidiyor liste, daha da uzayacak. 15 yaşında kalacaksın çünkü sen hep kardeşim. Yaşasaydın, seninle tanışma ihtimalimizin az olduğunun farkındayım. Hatta tanışsaydık belki de birbirimizden hiç hoşlanmazdık. Ama işte bu topraklar birbiriyle tanışmayan o kadar çok insanı birbiriyle kardeş yapıyor ki ölüm üstünden, sana kardeşim diyorum böyle rahat rahat. Öldürülmenle adın bu ülkenin tarihine bir başka utanç yaprağı olarak eklendi, aradan yüz yetmiş beş yıl da geçse orada kalacak.

Her durumda şunu bil kardeşim, ne olursa olsun seni unutmayacak bir kişi var buralarda. Adaşın, kutsal kitaplarda sıkça geçiyor malum, Kuran’da da yazıyor ya hani, “Selam olsun İbrahim’e…” diye, selam olsun sana aziz kardeşim, selam olsun…


Birikim Güncel, 15.06.2015

03 Haziran 2015

seyir defteri / nisan-mayıs 2015

-Mayıs-

Triangle (2009): 6/10

The Age of Adaline (2015): 7/10

Selma (2014): 6/10

Panic Room (2002): 7/10

Father of Invention (2010): 5/10

Premonition (2007): 5/10

Bitva za Sevastopol (2015): 6/10

Chappie (2015): 6/10

Run All Night (2015): 5/10

The Bélier Family (2014): 7/10



The Manchurian Candidate (2004): 5/10

Berberian Sound Studio (2012): 5/10
 
The Great Debaters (2007): 6/10

Kingsman: The Secret Service (2014): 7/10

İçimdeki Ses (2015): 6/10

The Book of Eli (2010): 5/10


-Nisan-

Taken 3 (2014): 5/10

Paddington (2014): 7/10


Big Eyes (2014): 6/10

K-PAX (2001): 7/10
 
The Negotiator (1998): 6/10

Night at the Museum: Secret of the Tomb (2014): 6/10

The Voices (2014): 6/10

Seventh Son (2014): 5/10

The Theory of Everything (2014): 7/10

The Cobbler (2014): 5/10

Bana Masal Anlatma (2015): 7/10

As Above, So Below (2014): 6/10

Interstellar (2014): 7/10
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...