26 Şubat 2015

"Nefret Toplumu" Türkiye


AKP’li CHP’liden, HDP’liden; CHP’li AKP’liden, HDP’liden; HDP’li CHP’liden, MHP’liden, AKP’liden; Türkler Kürtlerden, Ermenilerden, Suriyelilerden; kadınlar erkeklerden; erkekler kadınlardan ve çocuklardan; çocuklar devletten; devlet herkesten; sürücüler yayalardan; yayalar sokak hayvanlarından; polisler her muhaliften; muhalifler bazı başka muhaliflerden; işadamları emekçilerden; okurlar yazarlardan; yazarlar ülkeden; ülke dünyadan… nefret ediyor! Nefret ediyor, net! İçinde yaşadığımız toplum, Türkiye toplumu artık iliklerine kadar bir “nefret toplumu”, “şiddet toplumu”, bu haliyle toplum olmaktan çıkmış bir toplum: Mecliste tokmak, sokakta kartopu yüzünden bıçak...

Şiddet, cinayet, tecavüz, yolsuzluk, hırsızlık, yalan, riya, yalakalık, kumpas, güvensizlik… Sokakta, siyasette, kültürde neredeyse hiçbir insani değeri kalmamış durumda ülkenin. En fenası bu. Bunu görmemek için de ya kör olmak gerekiyor ya da içi boş hamasete ahmakça inanıyor olmak. Sadece siyasette değil, toplumsal katmanların her türünde ayrışmanın ve kutuplaşmanın geçerli olduğu, üstelik muhtemelen daha da yükseleceği bir ülke burası artık.

Böyle şeyler bir anda ortaya çıkmaz onu da biliyoruz tabii. Onyıllardır, adeta sistematik biçimde körüklenen bir olgudan söz ediyoruz aslında. İşin kötüsü yine onyıllardır ne o körüklere malzeme bulma sıkıntısı var ne de o malzemeleri geçersiz kılacak, o malzemeleri boşa çıkarabilecek bir irade. 

Sevgi, saygı, hoşgörü, empati çoğu zaman boş laftır. Çünkü çoğu zaman lafın gelişi, inanmadan söylenir bu kelimeler. Ve fakat en azından, bu kavramların oralarda bir yerlerde durduğunu bilmek bir toplumun bir aradalığı için önemlidir. Oysa artık Türkiye’de ideal düzeyinde bile bu kavramlarla kimsenin pek işi kalmamış durumda. Tam da bu yüzden, bir Türkmen gazetecinin yıllarca Türkmenistan’ın "milli iradesini” tek başına temsil eden Devlet Başkanı Niyazov’un ölümünden sonra söylediklerini çok önemli buluyorum şahsen: “Problem her şeyi mahvetmiş, harap etmiş olması. Etrafındaki her şeyi ve herkesi berbat etti, bozdu. Tıpkı tepedekiler gibi sıradan insanlar da artık hiç ama hiç kimseye güvenmiyorlar.” (link)

Türkiye’deki her şey ve herkes berbat olmuş, bozulmuş durumda, açık: Demokrasi, hukuk, adalet, özgürlükler, haklar, çalışma yaşamı, kültürel hayat, eğitim, siyaset, toplumsal yapı… Esas olarak bu bozuklukların bir yansıması işte “nefret toplumu” dediğim şey. Zira tüm bu çarpıklıklardan besleniyor, kendine alan açıyor, kökleşiyor.  

Siyaseti falan bir kenara koyup doğrudan evden, sokaktan başlayarak en azından kendi çevremizde başka bir dili hâkim kılmaya çabalamaktan; bu dili savunmaktan başka çare yok gibi gözüküyor diyeceğim tüm sinikliğiyle ama doğrusu en azından bugün o bile manasız geliyor. Zira mecliste tokmak, sokakta kartopu yüzünden bıçak...

Birikim Güncel, 18.02.2015

24 Şubat 2015

"Yürü Bre Hızır Paşa"dan "Hasta Siempre"ye...

İsmini duymadığınızı tahmin ettiğim biri Enrique Avila. Bir resim-heykel sanatçısı. 8 Ekim 1993’te, tek parça çelikten ve güçlendirilmiş betondan yaptığı 36 metre yüksekliğinde, 20 metre genişliğinde ve yaklaşık 16 ton civarındaki heykel-görsel törenle açıldı. Havana’da. Devrim Meydanı’nda. Küba’da.

İsmini dünyanın neresine giderseniz gidin herkes tarafından bilinen bir parola gibi kullanabileceğiniz birinin portresiydi Avila’nın eseri: Ernesto "Che" Guevara’nın.

İsmini sınırlı sayıda insanın bildiğini tahmin edebileceğimiz ama bir tür "galaktik imparator" olma iddiasındaki (link) Recep Tayyip Erdoğan’ın, işte o Avila’nın Havana-Devrim Meydanı’ndaki işte o Che heykeli önünde çekilmiş fotoğrafı üzerine epey konuşuldu. Uzun zaman Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazan, milletvekilliği için görevinden istifa eden Aydın Ünal misal, "Sol hiç itiraz etmesin! Kapitalizmin tüketim nesnesi yapılan Che figürü önünde gerçek bir Devrimci'nin fotoğrafı bu" dedi. (link) Yaptığı üst düzey analizlerle bilhassa dış politikada efsaneleşmiş bir isim olan(!) Ceren Kenar da boş duracak değildi tabii: "Hasta Siempre Comandante"yi yapıştırıverdi (link). "Sonsuza dek, komutan" olarak çevirebileceğimiz, Che Guevara’ya yapılan bir göndermeye göndermede bulunuyordu Kenar ama twitter’da kendisine verilen cevaplardan birine yazdığı "Rahmetlinin kimseye pek hayrı olmamıştı" notuyla da Che’ye olan mesafesini de kaydediyordu tabii. Şükür!

Egemen Bağış’ın "Rahmetli yaşasaydı AKP’ye oy verirdi" lafından (link) MHP’li merhum Mehmet Gül’ün Che’nin alameti farikalarından yıldızlı bereyi taktığı (link) günlere uzanan (Allahtan bir başka usta(!) gazeteci Melih Altınok yıldızlı bereli, hem de ağzında purolu bir pozunu instagram hesabına koydu da Gül’ü aratmadı-link) uzunca bir Türk sağı-Che yazısı yazılabilir aslında ama bunu çok daha önce Gökçe Aytulu nispeten yapmıştı (link).


Şüphesiz Erdoğan’ın fotoğrafı özel bir fotoğraf değil: Küba’yı ziyaret eden her yabancı ülke temsilcisinin Devrim Meydanı’nda benzer bir fotoğrafını görmek mümkün. Dolayısıyla Che’nin kim olduğunu, nasıl bir hayatı olduğunu bilenler için bunun "mavrasını" yapmak da yeni bir şey değil. Enteresan olan, aslında yapıp ettikleriyle, işaret ettikleriyle ülkemizde pek de hoşlanılmayan bir adamın, bir devrimcinin (misal Aydın Ünal’ın yazdığı yukarıda değindiğimiz "bir Devrimcinin fotoğrafı bu" tweet’inin altında aynen şöyle bir cevap var: "Biz şeyh şamilin torunlarıyız gerçek devrimci pozuymuş... Erdoğan'la kötü edeceksiniz bizi... Nerden geldi che merakı? Yazık...!") -adını koyalım- kerameti kendinden menkul bir başka liderle muhtemelen büyük büyük anlamlar biçerek aynı kefeye konması.

Bunun neden tamamen anlamsız bir çaba olduğuna  dair izahat Che’nin inançları, yaşam tarzı, siyasete ve insana bakışı, aldığı kararlar çerçevesinde bulunabilir. Nitekim önümüzdeki aylarda İletişim Yayınları’ndan çıkacak Margaret Randall’ın "Che on My Mind" ("Aklımdaki Che") adlı kitabında (link) bunlar epey etraflıca işleniyor. Randall, Che Guevara’nın "kapitalizmin tüketim nesnesi" haline gelmesine rağmen fikirlerinin, ideallerinin nasıl olup da hâlâ yaşadığını; bir tür "sahte peygamberliğin" çok ötesine nasıl geçtiğini; muktedirlere karşı başkaldırıda, direnişte hâlâ nasıl bir sembol olabildiğini; sadece bir ülkede, bir kıtada değil tüm dünyada itibarlı bir konumdayken ikiyüzlülükten ve açgözlülükten kaynaklanan alçakça heveslerle nasıl mücadele ettiğini; yeryüzündeki her dilde bilinen bir isim olmasının nedenlerini -yeri geldiğinde Che’yi eleştirerek- işliyor. Özünde söyledikleri ise basit: Bu adam gerçek bir devrimci gibi yaşadı ve öldü; kamu gücünü kendi çıkarları için kullanmadı; her zaman haksızlığın karşısında yer aldı; öyleymiş gibi yapmayıp gerçekten, kodamanların değil halkın yanında saf tuttu; özü sözü birdi...

Asla Che Guevara olamayacağını bilenler için olduğu kadar, aslında Guevara’yla uzaktan yakından alakası olmadığını bildikleri biri için "goygoy" yapanlar açısından da acıklı bir durum var ortada. Heyhat, anlıyoruz, biliyoruz, devir bu devir! Öyleyse en iyisi, gözümüzün önüne Guevara’nın güzelim gülüşünü getirip Pir Sultan’ın sözleriyle "Yürü bre Hızır Paşa senin de çarkın kırılır" türküsünü Che’nin yeni devrimler için Küba’dan ayrılırken yazdığı mektuba bir cevap niteliğindeki, sözü ve müziği Carlos Puebla’ya ait "Hasta Siempre"ye bağlamak...



Birikim-Haftalık, 14.02.2015

08 Şubat 2015

seyir defteri - ocak 2015


Serial (Bad) Weddings (2014): 6/10

La Isla Mínima (2014):  6/10


Birdman (2014): 8/10 

The Imitation Game (2014): 7/10 

Still Alice (2014): 7/10 

John Wick (2014): 5/10

Whiplash (2014): 7/10

Breaking Away (1979): 6/10  

The Judge (2014): 7/10

Nightcrawler (2014): 7/10

Dumb and Dumber To (2014): 6/10

The Killing Fields (1984): 5/10

RED 2 (2013): 7/10  

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...