29 Mart 2007

bulut geçti...

biranınki bir noktadan sonra tatsızlaşıyor; rakınınki yavaş yavaş çıkılması gereken bir merdiven gibi gelir bana hep, hızlı çıkarsan düşersin; votkadan hiç olmadım; tekila yolda yürürken bir anda asfaltın ayağa kalkması, "hassiktir noluyo lan" hali; şarabınki ise nasıl yumuşak, nasıl sıcak... ondan belki de ötekilerde evet ama şarap sarhoşunun ağzından kötü söz çıktığını duymadım ben hiç, rüya gördüğünü sananı biliyorum ama...

24 Mart 2007

medulla oblangata


kafamın arkalarında bir yerde, beyin sapımda öyle bir ağırlık var ki ne yapsam gitmek bilmiyor. bir zamandır aklıma takılan şeylerden birisi; aynı anda beş kişiyi dövebilecek kadar iyi karate bilseydim hayatım başka türlü mü olurdu? belki de...

gördüklerimiz, göremediklerimiz, dediklerimiz, diyemediklerimiz, çelişkiler, doğruluklar... hayat böyle bir sarkaçta sallanıp duruyor. almus'u mu düşünmeye başladım ki yine? beyin sapımda bir ağrı...

15 Mart 2007

"weg zur einfachheit"

"insanın çevresinde bir iki kişisi varsa, hayır hayır, neler de diyorum ben, yanında zayıf, zavallı ve küskün durmaktan korkmadığınız, bu haliniz yüzünden sizi cezalandırmayacak tek bir kişiye sahipseniz zenginsiniz demektir. anlayışı ancak sevdiğiniz insanlardan talep edebilirsiniz, başkalarından değil, hele kendinizden hiç değil"

Milena buradaymış yahu. üstelik ne tuhaf, İstanbul'dan almışım: 26.7.03.

10 Mart 2007

narla incire gazel

sonunda nicedir aklımızda olanı yapıp, evin şeklini şemalini değiştirdik. Uygar efendi olmasaydı yapamazdım ama (kendisini blokumda meşhur edeceğime söz vermiştim nitekim). birlikteyken neden girişmedik bu işe belli değil tabii ama her durumda şimdiki haliyle daha ferah oldu. değişiklik nispeten de olsa iyi geldi. saçları da kestirdik zaten.

nar kadar enteresan olsam...

08 Mart 2007

tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan...

"tokmağı avuçlayıp oka doğru çevirin", "yabancı dil bilen tercüman aranıyor"...

Can'la haftalardır tavuk çevirme yapan bir yer arıyorduk. İletişim'den çıkıp, Kapalıçarşı'ya doğru ya da Sirkeci tarafına doğru çıktığımız bütün keşif gezileri fiyaskoyla sonuçlanmıştı. sonunda ya İstanbul Lokantası'nın dandikliğine ya Subaşı'nın kazıklığına (ohaa beea patlıcana 7 milyon verilir mi lan! bi de üstelik sarma istiyordu canım. dedim "sarma var mı?", "ooo abi çok şanslısın yılda bi defa yaptığımız bir hadise o yahu" dedi garson. "nasıl ya" dedim tabii ben, bi yandan da yemeklere bakıyorum sarma göremiyorum ama. "ot yememiş kuzu" falan bi şeyler anlattı eleman, "tamam ulen" dedim "ver ondan". meğersem sarma dedikleri, kokoreçin ince ince doğranmamış haliymiş. yedik tabii, güzeldi de ama sarma ihtiyacımız baki) ya mecburi istikamet Adapazarı'nın sallapatiliğine mahkum oluyorduk.

gün geçtikçe bir sokak arası turizmine dönüştü faaliyetimiz, ki pek eğlenceli oluyor doğrusu. bugün artık büyük bir kararlılıkla tam Sirkeci'ye inmeye karar verdik. heyhat, tavuk çevirme yok da yok. kuş gribi hikayesi bu kadar etkilemiş olabilir mi sektörü derken, "şu araya da girelim" dediğimiz bir yerden çıkıverdi tavukları döndüren makine. neticede artık yeni bir arama şeysi bulmamız gerek kendimize.

giriş? ilki, bir kapının nasıl açılacağını tarif ediyor; ikincisi bir elektronikçinin kapısına asılı iş ilanı. sıfır tuşu olmayan telefonum yerine kameralı cep telefonu denen nane fena olmazmış aslında yani.

05 Mart 2007

milena-gudrun



bir haftadan beri, evde radyo 3 çalıyor. trt'nin olan. bir vakitler olduğu gibi (ben queen'i de ilk defa burada dinledim zaten) (bir zamanlar ef em fem em hadiseleri yoktu bu memlekette bildiniz de mi?) sessiz, sakin, iyi geliyor. eksen'i bile kaldırmıyor zaten bünye bir noktadan sonra. 88.2, bu da adresi.

milena'yı bitirdiğim günün gecesini hatırlıyorum. balkon demirlerinden tutup, yüzümü göğe çevirip bakınca onu görür gibi olmuştum sonra da tuhaf bir güvensizlik duygusuna kapılmıştım; her an aşağıya düşecekmişim gibi hissetmişim (27.8.2003'müş. "defter" elimde ne de olsa). bir zamandır da işte kızıl ordu fraksiyonu'na takıldım kaldım. bilhassa gudrun ensslin'e... fotoğrafları gözümünün önüne gelip gelip duruyor. bir de hücresinde öldürülmüş; güya kendini asmış olarak bulunmuş hali.

02 Mart 2007

bilime güven

sabah tramvayı... sirkeci... kapıların kapanma dıtdıt'ı duyulmuş, bir abi kahramanca atlıyor, parmaklarını sokuyor, kapıyı açtırıp içeri giriyor. durumu gören bir başka abi önce "kapının kapanmasına engel olmayalım" diyor alçak sesle, bunu fark eden kahraman eleman "hööö" deyince "yani elinizi kıstırmayın kapıya"ya döndürüyor. "yok bi şey olmaz"... tabii "işte budur" dediğimiz cevap bu değil gerisi: "dün bi film seyrettim adamın kafayı kestiler, 10 dakka sonra yerine diktiler. 'bunun kafayı kesmediler miydi yaaa' dedim"

işte bilime güven budur; "tamam belki parmaklar kopar o arada ama hemencecik dikerler ki, nolcak canımmm" demeye getiriyor yani abi. ben de kendimi özgüvenli sanırdım doğrusu ama bu mevzuu beni bile aşar açık söyleyeyim...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...