yazmaktan konuşur gibi yapıp başka şeylerden söz edelim: yazıyı kendileri
için yazanlar ve başkaları için yazanlar iki farklı tiptir. kendileri için
yazanlar, gönüllerinin çerçevesinin genişliği dahilinde kalemle ilişki
kuranlardır çoğu zaman ki, şüphesiz onlar için "başkaları ne
diyecek"ten, "göze girmek"ten önemlisi "başkalarına bir şey
dedirtebilmek", "göze sokmak"tır.
futbol konuşur gibi yapıp başka şeylerden söz edelim: takımları ayakta tutanlar büyük futbolculardan ziyade işini yapan futbolculardır ki onlar, yıllar sonra pek hatırlanmayacak olmanın bilincinde, sohbetlerde "ha bir de öyle biri vardı" lafının kenarına ilişeceklerinin farkındadırlar. yine de, sadece işlerini yapmayı bildikleri için işlerini yapıp kenara çekilmekten gocunmazlar. dünya öyle insanların sayesinde mana kazandığını neredeyse hiç bilmez.
Altaylı Tahir'den konuşur gibi yapıp başka şeylerden söz edelim: sadece işini yapıp birilerinin aklına girmiş birisini -nedeni, nasılı mühim değil- gönlüne sokmuş birisi oturur bunun hakkında iki satır bir şeyler yazar, yıllar yıllar yıllar sonra telefonu çalıp "ben Altaylı Tahir, çok teşekkür ederim yazıya" lafını duyarsa, hani o dandik "evrenin sırrı" kitaplarında anlatılan esriklik halinin rahat rahat beş mislini yaşamış olur...
yazmak, hiç tanımadığın birilerinin gönlüne dokunabildiğin için kuvvettir, kıymettir... o yüzden ilk yazmaya başladığın gün verdiğin sözü unutmayacaksın işte kendine: "PAF takımı oyuncusu heyecanını yitirdiğin gün bırak bu yazıyorum ayaklarını. başkaları yemez zaten de kendine hiç yediremezsin!"
----------------
- Altaylı Tahir kimdir bilmeyen vardır, böyle buyursun
- bu da 6 Ağustos 2005'ten, o bianet yazısı:
Altaylı Tahir: Azalan Bayrak Adamlar
29 Temmuz akşamı, İzmir'de Alsancak Stadı'nda bir jübile maçı vardı. Altay ve Beşiktaş arasında oynanan maçla, Altay'ın "emektar" kaptanı Tahir Karapınar, iki yıl önce bıraktığı futboldan resmi olarak kopuyordu.
Siyah-beyazlı takımda 12 sene boyunca top koşturmuş, hatta takımın zora düştüğü zamanlarda geçici olarak teknik adamlık görevini de yapmış Tahir, dışarılarda "bayrak adam/futbolcu" tabir edilen bir kuşağın memleketimizdeki son örneklerindendi. Hazır memleketimizin "süper" (!) ligi de başlamaktayken, Tahir üzerinden bu konuya biraz daha yakından bakalım mı?
Futbola Tirespor 'da başlayan Tahir, Muğlaspor, Manisaspor ve Göztepe 'de forma giydikten sonra 24 yaşında Altay'a transfer oldu. O andan itibaren, 12 yıl boyunca Altay takımının formasını giyen Tahir'in, Altay denilince aklıma gelen ilk isim olması boşuna değildir sanırım.
Zaman içinde takımın ayrılmaz parçalarından birisi olan ve kaptanlığa kadar yükselen futbolcu, daha ilk yıllarından itibaren ortaya koyduğu yoğun emek ve takımı için her şeyini vermeye hazır oyunuyla, birçok futbolsever tarafından Altay'la özdeşleştirildi. Nitekim kendisi de jübilesi öncesinde şöyle konuşuyordu: "İlk yıllarda hep Altay'da sembol olmak istediğimi söylemiştim. Bunu ne kadar başardığımı kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Gittiğim her yerde Altaylı Kaptan Tahir olarak sevgi ve ilgi görmek benim için gurur verici."
Velhasıl kaptan Tahir, gerek efendiliği gerekse "görev adamı" formu ile "bayrak futbolcu" sıfatını çoktan hak etmiştir. İki sene önce Radikal Futbol'da yazdığım bir yazıda kendisinden söz ettikten sonra, Yücel Uz adlı bir okurdan gelen mail, Altaylılar'ın Tahir'e bakışının net bir özetidir aslında:
"Bu tür takımların oyuncuları, eğer potansiyel bir 3 büyükler yolcusu değilse, 'şöyle kişilikliymiş, böyle centilmenmiş'diye kimse tarafından konuşulmaz bile. Bu yüzden sana, Radikal Futbol'un, 2 Eylül sayısında eski Kaptanımız Tahir'le ilgili olarak yazdığın güzel şeylerden dolayı, geç kalmış bir teşekkür borcum vardı.
O gerçekten kişilik sahibi bir insan. Onun bu yapısı futboluna yansımıştı. Bu da onu, 50'lilerde, 60'larda kalan bir futbolcu tipinin (Takımıyla özdeşleşen, yarı profesyonel) günümüzdeki yansıması yapmıştı. Bu tip insanların toplumda daha çok vitrine çıkarılması ve kişilik modeli olarak lanse edilmesi gerektiğini düşünüyorum...".
Uz'un mailinin kapsayıcılığına dikkat: Malûm üçlü İstanbul oligarşisinde oynamayan bir futbolcunun, bayrak adamlığının öne çıkmayacağı savunusu haklı ve yerinde değil mi?
Her ne kadar, üzerinde daha önceden kalem oynatılmış olsa da, ısrarla ve inatla tekrar tekrar yazılması gereken, ama şimdilik bir başka yazının konusu olan bir mevzuu. Bu futbolcu tipinin 50'lerde-60'larda kaldığı fikriyatı da kuvvetli bir yaklaşım. Ama o kadar gaddar olmayalım; belki o kadar eski değil bu tipin kaybolması. Ancak 80'lerden sonra çok daha az görmeye başladığımız, hatta 90'larda görememeye başladığımız da gerçek.
Zira bayrak futbolcu fikriyatının temeli, para bağımsız bir düşünmeyi gerektiriyor! Lafı uzatmayalım, Tahir'e, bir türün son temsilcilerinden birine saygılarımızı sunmak boynumuzun borcu.
Son temsilcilerinden birisi deyince, yazının finalinde bir başka isme değinmeden geçmemek de şart: Söz ettiğimiz, 12 yaşında başladığı futbolda, 19 yıl boyunca başka hiçbir takımın formasını giymemiş birisi. Artık takımda istenmeyen adam olduğunu bildiğimiz, takımdan gönderildiği açıklanan. Ancak son durumu hakkında hiçbir yerden bilgi alamadığımız bir isim: Bülent Korkmaz!
Hani UEFA Kupası finalinde, çıkık koluyla maçı tamamlayan, kupayı da askıya alınmış koluyla kaldıran Galatasaray kaptanı...
(link)
1 yorum:
altay deyince benim de aklıma reha gelir. 11 numaraydı de mi?
şanver var sonra. kel zafer vardı bi de. samsunda da vardı bi tane ama altayın ki daha meşhurdu sol bekti sanırsam. değişik koşu stiliylr santrafo ramazan. erdiyi herkes biliyor diye yazmıyorum. şaka maka altay deyince bayağı adam geliyor akla. hem tahir olmak da ayıp değil yesiç olmak da? al işte bir futbolcu daha.
yazmak demişken, şimdi
ne için yazdım bilmiyorum ama sanırım bir zamanlar futbolu seviyordum!
Yorum Gönder