26 Ocak 2009

hayırlı cuma

pazartesi sendromu denilen şeyle işim olmaz, demiştim. ters açıdan bakınca bir de "cuma manyaklığı" var tabii: "ayyy, cuma geldi, hafta sonu başlıyor, tatil, coşalım, eğlenelim..."

ben bunu esasen İstanbul'da gördüm, bizim Angara'da böyle şeyler bilmezdim. bilmezdim derken, şükür, "öğrendim, ben de cuma manyağıyım" demiyorum. zaten koşturmayı sevmem, parti insanı değilim, özel özel "canlı müzik dinlemek" denilen şeyden nasıl bir zevk alınacağına dair pek fikrim yok (netekim konser de sevmem: maksat iyi müzik dinlemekse vatandaş onun kendince ennn iyi halini albümünde zaten yapmış, konserde yapacağı ekstra şey gitar solosunu uzatmak, üç-beş ses oyunu yapmak başka ne olacak. heee ama deniyorsa ki, "nasıl şarkı söylediğini görmeye gidiyoruz" ona eyvallah.)...

"biz meyhane insanı olalı çok olmuş" tespitini yapalı epey oluyor. zira söz dinlemek isterim ben karşımdakinden. sesi sonuna kadar açık müzikle, sallanıp durmak pek gitmez bana. fakat tabii meyhanede de fasılı, vatandaşın kafasının üstünde gezinip duran klarnetçileri, darbukacıları, kemancıları hiç sevmem, dövesim gelir. (bir de hayatta en anlaşamadığım meslek grubu garsonlardır. çoğu zaman onları da dövesim gelir.)

ama başka bir şekilde evet, cuma manyağı oldum: bitmesin o cumalar, cumartesiler, seyredilen filmler, yenilen abur cuburlar, şunlar bunlar isteyen bir kişiyim artık. hiçbir şikayetim yok...

20 Ocak 2009

la luz




sana büyü yapılmış olmasından korkmayacaksın. zira büyünün tutması için itikat şarttır. büyü tuttuysa, itikadın var demektir ki ferah ferah "acayibül ala" diyebilirsin.

05 Ocak 2009

bin o uçağa-1


hazzetmediğim bir sürü insan var hayatta. normal olarak. yalan yok, bir zamandır bunların mümkünse topluca bir uçak kazasında falan ortadan kaybolmasını da diliyorum. hiç öyle insani duygulara falan sahip değilim. o listeyi sonra açıklarım ama o uçakta mutlaka olsun dediğim adamlardan birisi hakkı devrim.

bu adam nasıl oldu bir anda bir medya gurusu haline geldi birisi bana izah etsin. televizyonda konuştukça hohoho, hihihi gülenler "tonton dede"lerinin sıcaklığında, hoş sohbetinde eğlenirken bunu düşünmüyorlar elbette ama bilhassa yazılarında gündelik hayattaki faşizmi yeniden yeniden üretip duruyor bu herif. işte birtakım eblehler de "aman güzel türkçemizin bekçisi", "aman ne tatlı bir ihtiyar" diye övüp duruyorlar kendisini.

ben bunları çok zamandır düşünürdüm zaten de, geçen radikal'e yazdığı yazı tam demek istediğime denk düştü.

kürtçe trt hikayesinden bahsediyor, ne kadar memnun olduğundan söz ediyor falan filan. sonra bir eski anısını anlatıyor:

"....Çünkü efendim, davet sahibi Kürt köyünde Türkçe bilen, yani muhtarlığa aday olabilecek bir Allahın kulu yokmuş.
Hocam, ki o da Kürt kökenli ve ünlü bir ailenin evladıydı, sordu bana o zaman:
– Sence Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt politikası nedir?
– Asimilasyon değil mi Hocam, dedim?
– Anlamını da söyle o zaman!
– Asimilasyon! Yani «Kendine benzetme, bir tutma, sindirme, kendi içinde eritme, özümseme, kendine mal etme...» değil mi Hocam?
– Tamam! Bir sualim de şu sana: ahalisi arasında Türkçe de bilir tek fert bulunmayan köyler olduğuna göre, Cumhuriyet’in 40’ıncı yılında asimilasyon politikası hedefine ulaşmıştır, diyebilir miyiz?
– Diyemeyiz Hocam, dedim utanarak, üzülerek.
Onunki de öfke değil, bir teessüfün ifadesiydi zaten.
Cumhuriyet’in 40’ıncı yılında hoca-talebe birlikte dert edindiğimiz hatadan kurtuluşun ilk adımını, o günden bir 46 yıl daha sonra nihayet attık, diye seviniyorum. Bunu bana çok görmeyin!..."

tonton faşist, kürtleri asimile edemediğine 40 yıldır üzülürmüş, utanırmış yani! altına da "Ve Dil Yâresi köşemde artık «Kürtçe dostları» başlığını da kullanabilir miyim, diye düşündüm. Bunun için bana, Türkçe’yi de, Kürtçe’yi de iyi bilen bir gönüllü yardımcı lazım." diyerek ama "ayyy ne kadar demokrat bir adam yaaa" da dedirtiyor bize. (o linke tıklayın, yorumlara bakın hele)

ulan diyorum, ben mi yanlış değerlendiriyorum bir sürü hikayeyi ama biliyorum ki gündelik hayatta böyle çaktırmadan yapılan faşizm her bakımdan en tehlikelisidir aslında. zira kurda kuzu teslim etmekten farkı yoktur.

hasılı o uçakta hakkı devrim mutlaka olmalıdır, yanında okan bayülgen'le birlikte tabii...

hesap kitap


2008 hesap defterini açalım:

çalışmaklar, az uyumaklar, kendime pek dikkat etmemekler, yazmaklar baki. büyük iş Antalya'da Spor ve Antalyaspor projesi tabii; fena bir şey yapmadık, en azından altından kalktık. ferah ferah diyebilirim ki, daha iyisi yapılana kadar en iyisi budur. omuzdaki bursit ve dahi tendinit meselesi ("omuzum ağrıyor" yerine böyle deyince daha karizmatik oluyor!) durup duruyor ki sanırım artık onunla yaşamayı da öğrendim. bir zamanlar övündüğümüz, "ben sigara içmem gitanes içerim, cigar içerim, puro içerim"cilik bitti, bildiğin sigara içiyorum artık. biraz daha fazla su içiyorum ama evet.

bir zamandır kaybettiğim bir şeyi becerebilme, bir şeye yoğunlaşabilme hissiyatını yeniden kazanır gibi oldum; daha önce hiçbir ilişkim olmayan, ilişkim olacağı aklımdan bile geçmeyen bir dil üzerinden hem de: arnavutça konuşuyorum demek saçma tabii de en azından bazı kelimeleri anlayabiliyorum. mesudum.

maneviyat; bir takım yalpalamalara rağmen sağlam, şükür.

2009'dan hayalim, umudum falan yok. haybeye saçmalamaya gerek yok.

2008 hedefi, "daha iyi bir adam olmayı becerebilmek"i becerebildiğimiz şüpheli. öyleyse bu seneye de koymakta beis yoktur (hoş, bunu becerdiğimi nasıl anlayacaksam. sabit hedef haline getirmek en iyisi herhalde). loto hedefi de dursun, ki 2008'de bir kere 4 bulduğumuzu da eklemek isterim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...