"güvenlik güçleri", 21 Kasım 2004'te Uğur
Kaymaz'ı, 12 yaşındaki bir çocuğu, çoğu sırtından giren kurşunlarla -yukarıdan
aşağıya doğru, düzgün bir biçimde sıralanmışlardı- öldürdüklerinde, bundan 10
yıl önce yani, içimde bir telin koptuğunu hissetmiştim. çocukların
öldürülmesi Türkiye'de bilmediğimiz bir şey olduğundan değil, bu devletin, bu
toprakların hep böyle olduğunu bilmekten, hep böyle olacağını bilmekten
kaynaklanan öfke, isyan, nefret, kızgınlık, "küçük burjuva tepkisi"
adına her ne denirse...
halihazırda Kızıltepe Atatürk Mahallesi’nde bulunan
mezarlıkta yatan Uğur'un öldürülmesinden sonra uzun zaman kendime gelemedim:
her şey manasız gelmeye başladı. o zamanlar Birgün'e yazıyordum. adını aldığı
Uğur Tütüneker'le Uğur'un hikayesini paralelleştirip bir şeyler
yazmıştım. o yazı şöyle bitiyordu:
Güldal Kızıldemir’in, Pazar ve Pazartesi günü çıkan Uğur haberlerinden beri, onları okuduğumdan beri bir sürü şey manasız geliyor. Yazı yazmak, futbol, umuda sahip olmak… Manalı gelen ender bir iki şeyden en baskını öfke. En çok da şuna öfkem sanırım: Uğur Kaymaz’ın adı unutulup gidecek! Hiç kandırmayalım kendimizi. Burası Türkiye çünkü. Bunu çok daha net öğretti bana bu olay. 16 yıl önce iki gol atan Uğur Tütüneker, tarihe düşülmüş bir kayıt olarak orada duracak. Bir dönüm noktası sayılır çünkü. Dursun, ne güzel. Ama toplamda o yaşa ulaşamamış Uğur, “bir infaz daha” olarak anılacak. Bir zaman sonra, yine bir avuç insandan başka kimse adını anmaz olacak. Tersi olur mu dersiniz? Hiç kandırmayalım kendimizi; burası bir dönüm noktası falan kabul edilmez. Burası Türkiye çünkü…
sonra aradan yıllar geçti, 10 yıl. başka bir sürü
çocuklar, gençler, kadınlar, adamlar bu devletin ellerinde can verdi. çünkü
bizim gerçekten burnu neredeyse hiç sürtülmediği için hesapsızlığa
alışmış, aşağılık, kendini beğenmiş, riyakâr, kendinden hiç utanç
duymayan, vasata razı gelen, bizzat kendinden başka her şeyin değersiz olduğunu
düşünen bir devlet geleneğimiz var. bunu çoklukla bu topraklarının insanlarının
bizzat beslediği de doğru üstelik.
***
polis, 15 Haziran'da Adana'da 15 yaşında bir çocuğa
-üzerinde Galatasaray forması varmış, sırtında Ümit Karan yazıyormuş- kafasına
yakın mesafeden ses bombası ya da gaz bombası atıyor. İbrahim Aras'ın kafası
parçalanıyor. çocuğun. kafası. parçalanıyor. tabii hemen sonrasında
"terörist" oluyor, "güvenlik güçlerine bomba atmak isterken
elinde patladı" oluyor... halbuki:
İbrahim Aras ile ilgili hazırlanan olay yeri tespit ve ölü muayene tutanağında müdahil avukat olarak imzası bulunan avukat Vedat Özkan, ceset üzerinde bomba izine rastlanamadığına dikkat çekerek, şunları söyledi: "Ön otopsi raporunda ölümün çok açık şekilde yakın mesafeden atılan sis bombası sonucu meydana geldiği yazılıyor. Cenazenin yanında 45 santimetre uzaklığında sis bombasının parçasının bulunduğu, cesette iddia edildiği gibi herhangi bir patlayıcı maddeye ilişkin hiçbir bulgu yok. Tüm bulgu, yakın mesafeden atılan sis bombasının kafatasını parçalamasından ibaret olduğu ön otopsi raporunda açıkça ortada. Bu nedenle çıkan yanlış haberlerin düzelmesi gerekiyor. Ben bizzat katıldım otopsiye. 3 saat sürdü. Otopside ceset tamamen sapa sağlam, kafa kısmı tamamen uçmuş, yakın mesafeden atılan sis bombasının, tüfekle atılan ses bombasının neden olduğu doktor mütalaasında açıkça ortaya konuluyor. Patlayıcıya ilişkin hiçbir iz ve emare cesette yok.
***
İbrahim'in öldürülmesinden sonra içimde yine bir tel koptu. kendime bile
doğru dürüst tarif edemediğim bir şeyler: bu
devletin, bu toprakların hep böyle olduğunu bilmekten, hep böyle olacağını
bilmekten kaynaklanan öfke, isyan, nefret, kızgınlık, küçük düşürülme,
"küçük burjuva tepkisi" adına her ne denirse...
15 yaşında bir çocuğun kafasını parçaladılar ve ben
bir kez daha iyice anladım ki, ölen öldüğüyle kalıyor bu memlekette. devlet
geleneği zaten berbat ama bu toprağın insanın genlerinde de (sözüm kimseye
değil, bunlar en çok bende var belki de) aşırı zalimlik, bir o kadar ince
riyakârlık, yüksek ölçüde korkaklık, bolca sözde duyarlılık var. İbrahim'in
kafası parçalandı, bir kaldırımın üstünde öylece düşüp kaldı ve sonra... hayat
akmaya devam ediyor...
***
Uğur'un öldürülmesinden sonra çokça "dönüm
noktası" falan denmişti, ben hiç inanmamış, "Uğur,
'bir infaz daha' olarak anılacak. Bir zaman sonra, yine bir avuç insandan başka
kimse adını anmaz olacak. Tersi olur mu dersiniz? Hiç kandırmayalım kendimizi;
burası bir dönüm noktası falan kabul edilmez. Burası Türkiye çünkü…"
demiştim.
işte 10 yıl sonra bu sefer İbrahim için aynı şeyleri
diyor olmak, kendine sürekli dönüm noktaları yaratmaya çalışan ama bir türlü
beceremeyen ve beceremeyeceği aşikâr bir ülkede yaşıyor olduğunu bilmek sanırım
en fenası.
halihazırda Küçükoba Mezarlığı'nda yatan İbrahim'in öldürülmesinden sonra her şey yine
manasız gelmeye başladı bana. her durumda şunu biliyorum ama: İbrahim, benim kişisel tarihimde bir derin bir çentik
olarak duracak, asla unutmayacağım.
heyhat, memleket tarihinde, “bir infaz daha”
olarak anılacak. bir zaman sonra, yine bir avuç insandan başka kimse adını
anmaz olacak. tersi olur mu dersiniz? hiç kandırmayalım kendimizi; burası bir
dönüm noktası falan kabul edilmez. burası Türkiye çünkü… ne yazık
ki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder