06 Şubat 2014

Başkentte Zübükzade zihniyeti...

belediye başkanlığına bir kez daha aday olan Melih Gökçek bugün projelerini açıkladı: Ankara'ya boğaz gelecekmiş, öyle bir temapark yapacakmış ki savaşan transformerslar temaparkın vazgeçilmezi olacakmış...

aşağıdaki Gökçek yazısını 2009'da Radikal Cumartesi'ye yazmıştım ama "Başkentte Zübükzade zihniyeti..." 
hala geçerli. zira Melih Gökçek, "Temsil ettikleriyle başka birçok örneği gibi vasatın, sakilliğin, popülizmin, herkesten daha zeki, herkesten daha bilgili olduğunu sanan, hırslı, pozisyonunu korumak için yeri geldiğinde türlü çeşitli manevraları art arda sergileyebilen, her daim aradan sıyrılan, akıldan ziyade kişisel tatmin peşindeki politikacının net bir portresidir."

--------------------------------------------------------

Fazla bir şey kalmadı; şunun şurasında üç ay kadar sonra yerel seçimleri bitirmiş, seçim sonuçları üzerinden siyasi analizlere girişmiş olacağız. Kimler kazandı, kimler kaybetti, sonuçların memleketin geleceğine etkisi ne olur, yükselen yıldızlar, siyaset sahnesinden belki bir daha hiç dönmemek üzere çekilecek olanlar... Bu tartışmalar için üç ay daha vakit söz konusu ama birisi var ki, üzerinde geniş geniş konuşmayı alnının teriyle hak ediyor: Neredeyse bir aya yakın zaman AKP’nin Ankara belediye başkan adayı olacak mı olmayacak mı tartışmalarının göbeğinde yer alan, ‘düello’ insanı: Melih Gökçek.

Aslına bakılırsa sadece gündemde olduğu zamanlarda değil, adıyla sanıyla cisimleşmiş bir zihniyeti temsil ettiği için her zaman konuşulması gereken birisi Melih Gökçek. 1980’li yılların başından beri içinde olduğu siyasi hayattaki seyri, memlekette olan biten bir şeyleri anlamak için o kadar iyi malzeme sunuyor ki, bu profilin çok şey barındırdığı aşikâr.

Kimdir, nedir?
Ankara’nın Keçiören’inde doğuyor; liseye kadar Gaziantep’te okuyup sonra Gazi Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu’nda okumak için tekrar Ankara’ya dönüyor. Parlamento muhabirliği ve çeşitli gazetelerin temsilciliğini yapıyor. Askere gitmeden önce bir süre Çalışma Bakanlığı’nda özel kalem müdür muavinliği görevini yürütüyor.


Asker dönüşü ticaretle uğraşan Gökçek, 1984’te ANAP’tan Keçiören Belediye Başkanı adayı olup seçilince siyasi kariyeri de başlıyor. Bir dönem belediye başkanlığı yapıp ikinci dönem seçimi kaybedince 1989-1991 arasında Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’ne getiriliyor. 1991’de Refah Partisi’ne geçen Gökçek, aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili olarak meclise giriyor.
İçindeki bastırılamaz başkanlık arzusu, Gökçek’in 1994 yerel seçimlerinde bu sefer Refah Partisi Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak karşımıza çıkmasına vesile oluyor. Az farkla da olsa seçimi kazanan Gökçek, Refah Partisi’nin kapatılması üzerine Fazilet Partisi’ne geçiyor. 1999 yerel seçimlerinde bir kez daha belediye başkanlığını kazanıp Ankara tarihinde iki kez üst üste seçilen ilk belediye başkanı unvanını da alıyor.

Bu dönemde Fazilet Partisi’nin kapatılması ve Tayyip Erdoğan liderliğindeki ‘yenilikçilerin’ yeni parti girişimi ortaya çıkıyor. Havayı koklamakta pek usta olan Gökçek’in burnu burada yanılıyor. Zira liderlik hırsı burnuna baskın çıkınca ‘Tayyip’i silerim’ demeçleri verip, sağın liderliği için Demokrat Parti’ye hamle ediyor. Nitekim 2002’de partililerin ‘genel başkanımız’ laflarıyla Demokrat Parti’ye katılıp usul usul yurt gezilerine bile başlıyor. Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan AKP aleyhine kamuoyu araştırması yaptırdığı iddiaları hep bu döneme ait zaten.

Heyhat, Erdoğan ve AKP’nin önlenemez yükselişi karşısında hırsından da burnundan da kuvvetli ‘manevra kabiliyeti’ devreye girince kuruluşunda yer almadığı AKP’ye katılıp Erdoğan’ın hizmetine giriyor. (Bu sırada, bir iddiaya göre Demokrat Parti’nin kendisine çektiği bir protestodan söz edildiğini eklemeden geçmeyelim ki portremiz biraz daha netleşsin: “Genel Merkezimizde mevcut bilgisayar, yazıcı, telefon, faks ve diğer donanımları, sizin döneminize ait bilumum muhasebe kayıtlarına ilişkin disketleri, makam masalarını, sandalye, koltuk, kilim dahil her türlü mefruşata ve tefrişata el koyarak tarafımızca bilinmeyen bir yere taşıdınız.”) Sonrasında 2004 seçimleri, bu kez AKP’den belediye başkanlığı... Melih Gökçek’in siyasi kariyeri bir çırpıda işte böyle özetlenebilir.

Peki ‘Gökçek zihniyeti’ni aynı hızda anlamlandırmak mümkün mü? Doğrusu hem evet, hem hayır. Evet, zira Gökçek’in pragmatizminin siyasi bir amacı olduğu açıkça ortada: Şartlar ne olursa olsun bir şekilde iktidarda kalmak, yönetme arzusunu tatmin etmek, gücü elinde bulundurmak. Amacına giden yolların nereden geçtiğiyle çok ilgilenmediğinin açık kanıtı, ortamdaki boşluğu değerlendirip sağın liderliği için Erdoğan’a rakip olmaya karar verip aradığını bulamayınca, Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak istemediğinden lidere biat etmesinden de belli. Öte yandan hayır, o zihniyeti anlamak o kadar kolay değil zira işin geri planında aslında derin bir yarılma, mücadele söz konusu.

‘Ankara, güzel Ankara...’
Bu mücadelenin adını koymak pek o kadar kolay değil aslında. Meramımız için Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun leziz romanı ‘Ankara’ya başvuralım: Yeni kurulan cumhuriyetin başkentine göç eden bir İstanbullu’nun gözünden ‘çağdaş uygarlığa’ yürüyüşü tasvir eden Karaosmanoğlu, roman boyunca Anadolu’nun geri kalmışlığı, taşralılığı meselesini ve bununla mücadeleyi işler. Cumhuriyetle köhneliği ve eskiyi temsil eden İstanbul’un karşısına çıkarılan Ankara, modernliğin de başkenti haline gelmelidir. Ankara Palas’ta düzenlenen bir baloyu anlatan Karaosmanoğlu, o derin yarılmayı da ortaya koyar aslında: “İçleri bir mağaza camekânı gibi aydınlatılmış hususi arabalar ve şık kira otomobilleri, buraya, şehrin dört bir köşesinden, durmaksızın insan taşıyordu... Bunları, ağırlaştırılmış birer sinema şeridi gibi seyre dalan yerliden ve köylüden mürekkep sokak kalabalığı için, hiç şüphesiz balo denilen şey burada başlıyor ve burada bitiyordu... Buradan ötesi, artık, faraziye ve muhayyilenin işi oluyordu... Öbürü, siperi arkaya çevrilmiş kasketinin üstüne bir sarık geçirilmiş başını iki yana sallayarak cevap veriyordu: ‘İçerde ne yapılır bilirim emme, söylemem’...”

İşte Melih Gökçek’i bunca zaman sivrilten, tam da yerel siyasetin bu temel dinamiğini iyi kavrayıp baloya girenler-giremeyenler/giremeyecek olanlar ayrışmasında dışarıda kalanlarla, ama inanarak ama inanmadan, fikri düzeyde kurduğu yakınlık. Dışarıda kalanları baloya sokabilecek düzeye getirmek ya da balodakilere dışarıdakilerin güzelliklerini göstermek yerine bu ayrımı kullanıp, o gerilimden medet umması. “Tükürürüm böyle sanatın içine” derken de, otobüs üzerinden top dağıtırken de, kazandığı tazminatlarla döner ziyafetleri verirken de, Kızılay’ı ‘demokratik’ şekilde (!) yaya trafiğine kapatmak için meydana kurduğu oy sandıklarına Pursaklar’dan, Karakusunlar’dan otobüslerle Ankaralı taşırken de (ki bazılarının ‘Kızılay’ı ilk kez görüyoruz’ dediklerini hatırlayın) ne yaptığını gayet iyi biliyor o.

Simcity oynar gibi...
Ankara’nın modern bir başkentin çok gerisinde kaldığı konusunda hemen herkes hemfikir. Ankara’yı onca sevenler bile kentin banyo fayansları döşenmiş alt geçitlerinden, sosyal dokusundan geriye neredeyse hiçbir şey kalmamasından, taşra ile metropol arasında kalmışlığının yarattığı onca güzelliğin silinip gitmesinden yakınıyor. Ve fakat Gökçek için bunların hiçbir kıymetiharbiyesi yok. Zira onun kafasındaki Ankara için, hızlı akan bir trafik, kentle bütünleşmesi hiç umursanmayan havuzlar, koca koca rüya parkları, -muhtemelen ne kadar Türk olduğunu göstermek için- yerleşmiş cadde isimlerini Türki cumhuriyetlerin başkentlerinin isimleriyle değiştirmek kâfi geliyor.

Kentteki su sorununu gündeme getirenlere uzun bir tatile çıkmalarını önerirken... Sağlık açısından risk taşıdığı iddia edilen Kızılırmak suyunu kimseye çaktırmadan bir aya yakın zaman su şebekesine karıştırıp ‘O kadar zaman bilmeden içtiniz bir şey olmadı, şimdi ne bu tantana’ mealinde konuşurken... Bunu bir raporla gündeme getiren ODTÜ’nün yapılarının kaçak olduğunu belediye başkanı olduktan ancak 15 yıl sonra fark edip yıkmaya kalkarken... Sanki bilgisayarda şehir kurma oyunu oynar gibi davranmasının nedenlerini tam da bu yüzden kültürel, sosyal, ekonomik bir şehircilik yaklaşımından ziyade kendi egosunu tatmin etmeye çalışan bir insan karakterinde aramak gerek.

Lafı dolandırmayalım, memleketimizin apaçık bir gerçekliğidir Melih Gökçek. Temsil ettikleriyle başka birçok örneği gibi vasatın, sakilliğin, popülizmin, herkesten daha zeki, herkesten daha bilgili olduğunu sanan, hırslı, pozisyonunu korumak için yeri geldiğinde türlü çeşitli manevraları art arda sergileyebilen, her daim aradan sıyrılan, akıldan ziyade kişisel tatmin peşindeki politikacının net bir portresidir.

Yine de bazen söz az kalır ya; dileyelim ki yakınlarda bir kanal Aziz Nesin’in kitabından uyarlanmış, Kemal Sunal’ın ‘döktürdüğü’ o nefis filmi yayınlar da tüm yazı boyunca anlatmaya çalıştığımız politikacı portresi daha da netleşir: Keşke imkân olsa da Radikal Cumartesi bu hafta her okuruna ‘Zübük’ DVD’sini verebilse!..

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...