belediye başkanlığına bir kez daha aday olan Melih Gökçek bugün projelerini açıkladı: Ankara'ya boğaz gelecekmiş, öyle bir
temapark yapacakmış ki savaşan transformerslar temaparkın vazgeçilmezi
olacakmış...
aşağıdaki Gökçek yazısını 2009'da Radikal Cumartesi'ye yazmıştım ama "Başkentte Zübükzade zihniyeti..." hala geçerli.
zira Melih Gökçek, "Temsil ettikleriyle başka birçok örneği gibi
vasatın, sakilliğin, popülizmin, herkesten daha zeki, herkesten daha
bilgili olduğunu sanan, hırslı, pozisyonunu korumak için yeri geldiğinde
türlü çeşitli manevraları art arda sergileyebilen, her daim aradan
sıyrılan, akıldan ziyade kişisel tatmin peşindeki politikacının net bir
portresidir."
--------------------------------------------------------
Fazla bir şey kalmadı; şunun şurasında üç ay kadar sonra yerel seçimleri
bitirmiş, seçim sonuçları üzerinden siyasi analizlere girişmiş
olacağız. Kimler kazandı, kimler kaybetti, sonuçların memleketin
geleceğine etkisi ne olur, yükselen yıldızlar, siyaset sahnesinden belki
bir daha hiç dönmemek üzere çekilecek olanlar... Bu tartışmalar için üç
ay daha vakit söz konusu ama birisi var ki, üzerinde geniş geniş
konuşmayı alnının teriyle hak ediyor: Neredeyse bir aya yakın zaman
AKP’nin Ankara belediye başkan adayı olacak mı olmayacak mı
tartışmalarının göbeğinde yer alan, ‘düello’ insanı: Melih Gökçek.
Aslına bakılırsa sadece gündemde olduğu zamanlarda değil, adıyla sanıyla
cisimleşmiş bir zihniyeti temsil ettiği için her zaman konuşulması
gereken birisi Melih Gökçek. 1980’li yılların başından beri içinde
olduğu siyasi hayattaki seyri, memlekette olan biten bir şeyleri anlamak
için o kadar iyi malzeme sunuyor ki, bu profilin çok şey barındırdığı
aşikâr.
Kimdir, nedir?
Ankara’nın Keçiören’inde doğuyor; liseye kadar Gaziantep’te okuyup sonra
Gazi Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu’nda okumak için tekrar
Ankara’ya dönüyor. Parlamento muhabirliği ve çeşitli gazetelerin
temsilciliğini yapıyor. Askere gitmeden önce bir süre Çalışma
Bakanlığı’nda özel kalem müdür muavinliği görevini yürütüyor.
Asker dönüşü ticaretle uğraşan Gökçek, 1984’te ANAP’tan Keçiören
Belediye Başkanı adayı olup seçilince siyasi kariyeri de başlıyor. Bir
dönem belediye başkanlığı yapıp ikinci dönem seçimi kaybedince 1989-1991
arasında Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü’ne getiriliyor. 1991’de
Refah Partisi’ne geçen Gökçek, aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara
milletvekili olarak meclise giriyor.
İçindeki bastırılamaz başkanlık arzusu, Gökçek’in 1994 yerel
seçimlerinde bu sefer Refah Partisi Ankara Büyükşehir Belediye Başkan
adayı olarak karşımıza çıkmasına vesile oluyor. Az farkla da olsa seçimi
kazanan Gökçek, Refah Partisi’nin kapatılması üzerine Fazilet
Partisi’ne geçiyor. 1999 yerel seçimlerinde bir kez daha belediye
başkanlığını kazanıp Ankara tarihinde iki kez üst üste seçilen ilk
belediye başkanı unvanını da alıyor.
Bu dönemde Fazilet Partisi’nin kapatılması ve Tayyip Erdoğan
liderliğindeki ‘yenilikçilerin’ yeni parti girişimi ortaya çıkıyor.
Havayı koklamakta pek usta olan Gökçek’in burnu burada yanılıyor. Zira
liderlik hırsı burnuna baskın çıkınca ‘Tayyip’i silerim’ demeçleri
verip, sağın liderliği için Demokrat Parti’ye hamle ediyor. Nitekim
2002’de partililerin ‘genel başkanımız’ laflarıyla Demokrat Parti’ye
katılıp usul usul yurt gezilerine bile başlıyor. Geçtiğimiz günlerde
ortaya çıkan AKP aleyhine kamuoyu araştırması yaptırdığı iddiaları hep
bu döneme ait zaten.
Heyhat, Erdoğan ve AKP’nin önlenemez yükselişi karşısında hırsından da
burnundan da kuvvetli ‘manevra kabiliyeti’ devreye girince kuruluşunda
yer almadığı AKP’ye katılıp Erdoğan’ın hizmetine giriyor. (Bu sırada,
bir iddiaya göre Demokrat Parti’nin kendisine çektiği bir protestodan
söz edildiğini eklemeden geçmeyelim ki portremiz biraz daha netleşsin:
“Genel Merkezimizde mevcut bilgisayar, yazıcı, telefon, faks ve diğer
donanımları, sizin döneminize ait bilumum muhasebe kayıtlarına ilişkin
disketleri, makam masalarını, sandalye, koltuk, kilim dahil her türlü
mefruşata ve tefrişata el koyarak tarafımızca bilinmeyen bir yere
taşıdınız.”) Sonrasında 2004 seçimleri, bu kez AKP’den belediye
başkanlığı... Melih Gökçek’in siyasi kariyeri bir çırpıda işte böyle
özetlenebilir.
Peki ‘Gökçek zihniyeti’ni aynı hızda anlamlandırmak mümkün mü? Doğrusu
hem evet, hem hayır. Evet, zira Gökçek’in pragmatizminin siyasi bir
amacı olduğu açıkça ortada: Şartlar ne olursa olsun bir şekilde
iktidarda kalmak, yönetme arzusunu tatmin etmek, gücü elinde
bulundurmak. Amacına giden yolların nereden geçtiğiyle çok
ilgilenmediğinin açık kanıtı, ortamdaki boşluğu değerlendirip sağın
liderliği için Erdoğan’a rakip olmaya karar verip aradığını bulamayınca,
Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak istemediğinden lidere
biat etmesinden de belli. Öte yandan hayır, o zihniyeti anlamak o kadar
kolay değil zira işin geri planında aslında derin bir yarılma, mücadele
söz konusu.
‘Ankara, güzel Ankara...’
Bu mücadelenin adını koymak pek o kadar kolay değil aslında. Meramımız
için Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun leziz romanı ‘Ankara’ya başvuralım:
Yeni kurulan cumhuriyetin başkentine göç eden bir İstanbullu’nun
gözünden ‘çağdaş uygarlığa’ yürüyüşü tasvir eden Karaosmanoğlu, roman
boyunca Anadolu’nun geri kalmışlığı, taşralılığı meselesini ve bununla
mücadeleyi işler. Cumhuriyetle köhneliği ve eskiyi temsil eden
İstanbul’un karşısına çıkarılan Ankara, modernliğin de başkenti haline
gelmelidir. Ankara Palas’ta düzenlenen bir baloyu anlatan Karaosmanoğlu,
o derin yarılmayı da ortaya koyar aslında: “İçleri bir mağaza camekânı
gibi aydınlatılmış hususi arabalar ve şık kira otomobilleri, buraya,
şehrin dört bir köşesinden, durmaksızın insan taşıyordu... Bunları,
ağırlaştırılmış birer sinema şeridi gibi seyre dalan yerliden ve
köylüden mürekkep sokak kalabalığı için, hiç şüphesiz balo denilen şey
burada başlıyor ve burada bitiyordu... Buradan ötesi, artık, faraziye ve
muhayyilenin işi oluyordu... Öbürü, siperi arkaya çevrilmiş kasketinin
üstüne bir sarık geçirilmiş başını iki yana sallayarak cevap veriyordu:
‘İçerde ne yapılır bilirim emme, söylemem’...”
İşte Melih Gökçek’i bunca zaman sivrilten, tam da yerel siyasetin bu
temel dinamiğini iyi kavrayıp baloya girenler-giremeyenler/giremeyecek
olanlar ayrışmasında dışarıda kalanlarla, ama inanarak ama inanmadan,
fikri düzeyde kurduğu yakınlık. Dışarıda kalanları baloya sokabilecek
düzeye getirmek ya da balodakilere dışarıdakilerin güzelliklerini
göstermek yerine bu ayrımı kullanıp, o gerilimden medet umması.
“Tükürürüm böyle sanatın içine” derken de, otobüs üzerinden top
dağıtırken de, kazandığı tazminatlarla döner ziyafetleri verirken de,
Kızılay’ı ‘demokratik’ şekilde (!) yaya trafiğine kapatmak için meydana
kurduğu oy sandıklarına Pursaklar’dan, Karakusunlar’dan otobüslerle
Ankaralı taşırken de (ki bazılarının ‘Kızılay’ı ilk kez görüyoruz’
dediklerini hatırlayın) ne yaptığını gayet iyi biliyor o.
Simcity oynar gibi...
Ankara’nın modern bir başkentin çok gerisinde kaldığı konusunda hemen
herkes hemfikir. Ankara’yı onca sevenler bile kentin banyo fayansları
döşenmiş alt geçitlerinden, sosyal dokusundan geriye neredeyse hiçbir
şey kalmamasından, taşra ile metropol arasında kalmışlığının yarattığı
onca güzelliğin silinip gitmesinden yakınıyor. Ve fakat Gökçek için
bunların hiçbir kıymetiharbiyesi yok. Zira onun kafasındaki Ankara için,
hızlı akan bir trafik, kentle bütünleşmesi hiç umursanmayan havuzlar,
koca koca rüya parkları, -muhtemelen ne kadar Türk olduğunu göstermek
için- yerleşmiş cadde isimlerini
Türki cumhuriyetlerin başkentlerinin isimleriyle değiştirmek kâfi geliyor.
Kentteki su sorununu gündeme getirenlere uzun bir tatile çıkmalarını
önerirken... Sağlık açısından risk taşıdığı iddia edilen Kızılırmak
suyunu kimseye çaktırmadan bir aya yakın zaman su şebekesine karıştırıp
‘O kadar zaman bilmeden içtiniz bir şey olmadı, şimdi ne bu tantana’
mealinde konuşurken... Bunu bir raporla gündeme getiren ODTÜ’nün
yapılarının kaçak olduğunu belediye başkanı olduktan ancak 15 yıl sonra
fark edip yıkmaya kalkarken... Sanki bilgisayarda şehir kurma oyunu
oynar gibi davranmasının nedenlerini tam da bu yüzden kültürel, sosyal,
ekonomik bir şehircilik yaklaşımından ziyade kendi egosunu tatmin etmeye
çalışan bir insan karakterinde aramak gerek.
Lafı dolandırmayalım, memleketimizin apaçık bir gerçekliğidir Melih
Gökçek. Temsil ettikleriyle başka birçok örneği gibi vasatın,
sakilliğin, popülizmin, herkesten daha zeki, herkesten daha bilgili
olduğunu sanan, hırslı, pozisyonunu korumak için yeri geldiğinde türlü
çeşitli manevraları art arda sergileyebilen, her daim aradan sıyrılan,
akıldan ziyade kişisel tatmin peşindeki politikacının net bir
portresidir.
Yine de bazen söz az kalır ya; dileyelim ki yakınlarda bir kanal Aziz
Nesin’in kitabından uyarlanmış, Kemal Sunal’ın ‘döktürdüğü’ o nefis
filmi yayınlar da tüm yazı boyunca anlatmaya çalıştığımız politikacı
portresi daha da netleşir: Keşke imkân olsa da Radikal Cumartesi bu
hafta her okuruna ‘Zübük’ DVD’sini verebilse!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder