neticede TÜYAP'ın verdiği boyna asılan tanıtım kartlarından birini daha yatak odasının kapısının koluna astık; kitap fuarı bitti. kısa kısa notlar olsun:
-
uzaklık: fuarın ziyaretçilerinden tekirdağ mehmet akif ersoy ilköğretim okulu'na teşekkür etmek lazım. ve fakat elbette onlara çok daha yakın bir yerde kitap fuarı. "uzaklık", ulaşım zorluğu herkeslerin dilinde. nasıl olmasın? fuara 4 saatte gelen insanlar gördü bu gözler. her gün gitmek zorunda olmasam ben gider miydim ki fuara? ferah ferah "evet" yanıtı veremiyorum. ha ama, bu kadar çok yayınevini daha merkezi bir yerde toplayabilecek bir mekan var mı, onu da bilmiyorum doğrusu.
-
çocuklar meselesi:
diyorlar ki, "30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 20 Kasım 2011 Pazar akşamı saat 19.00'da 415 bin okurun ziyaretiyle sona erdi." muhtemelen rakam, girişteki turnikelerin dönüş sayısıyla bulunuyor. iyi de, okul gezisiyle gelip, hafta içinde fuarı istila eden çocuklar da o turnikeleri döndürüyor tabii! dolasıyla TÜYAP'ın ince bir "trick"i var burada. çocuklar elbette gelsinler, elbette gezsinler de şunu da itiraf etmek gerek, fuar katılımcılarının yarısından çoğunu belki de onlar oluşturuyor. okullar gidince, ortalığın "tatar çölü"ne dönüşmesi nedensiz değil yani.
-
organizasyon: bırak öyle levha falan koymayı, 10 gün boyunca sigara içilen alanın kapısına A4 kağıda yazılmış basit bir "çıkış yandan" yazısı asmayan TÜYAP için iyi organizasyoncu diyecek halimiz yok herhalde. 10 gün boyunca millet fuardan çıkıyorum diye sigara içilen alana dalmaktan, sigara içenler "çıkış yandan" demekten bir hal oldu. bir de tabii, sürekli "şu yayınevi nerede" diye soran vatandaşla muhatap olmak var. girişe 5 lira almayı biliyorsun, girerken vatandaşın eline bir yerleşim planı vermeyi bilmiyorsun TÜYAP.
-
"çocuklar okuyor" masalı: bu eğitim sistemiyle, bu çocuklardan, gençlerden bir şey olmayacağına artık inancım tam. birincisi, kitapla ilişki kurmayı bilmiyorlar (üç-beş istisnayı ayırıyoruz elbet). buna da bağlı olarak ikincisi, analitik zeka diye bir şey yok; bir kitap nasıl aranır, bir kitap nasıl seçilir, kendi ruhuna uygun olan kitap nasıl bulunur bunların hiçbiri de yok. ha, ilerde olur mu? umut da yok doğrusu. sevgi soysal (ki severim) alan, hasan ali toptaş'ları (ki sevmem) okuyan, kitapları sahici bir merakla karıştıran o iki liseli kıza büyük indirim yapıp, kitap hediye etmem ondan; koskoca fuarda heyecan uyandıracak başka hiçbir şey yoktu ki çocuklar/gençler bağlamında.
-
katılım: okulla gelenleri koyduk bir kenara, bu sene geçen senelere göre çok daha azdı katılım. hangi akla hizmet taksim'den servis otobüsleri kaldırıldı bilmiyorum ben şahsen. onlar olsaydı iş çok mu değişirdi, çok değişmezdi belki ama bir etkisi olurdu herhalde. şimdi kapının önüne gelecek metrobüse bel bağlamış durumdalar sanırım. çok mu değişir? belki bir etkisi olur.
-
"kamulaştırma": hırsızlık için "kitap hırsızlığı masumdur" gibi bir şey demeyeceğim ama nispeten anlayabilirim. fakat anlayamadığım, ulan yakalanmışsın, efendi gibi kitabı vereceğine tartışmaya girmen, dayılanman, artistlik yapman. gel, "şunu okumak istiyorum, param yok" de, ikna et, biz sana o kitabı verelim (nitekim verdim). ama biliyoruz, sağda solda "şuradan, şu kadar kitap çıkardım" diye artistlik yapıyorsun, o kitapları okumuyorsun kimini bir köşeye atıyorsun kimini satıyorsun kiminin korsanını yapıyorsun. yapma bunu!
-
"ben tek, siz hepiniz": bunlar her fuarda yer alan insanlar. benim ilgimi çok çekiyorlar ama basmakalıp fuar haberi yapmaktan; "uzaklık nasıl?" diye sorup "ay çok uzak" yanıtı almaktan; "katılım nasıl?" diye sorup, "ay azzz yaaa" yanıtı almaktan başka bir habercilik bilmedikleri anlaşılan gazetecilerin ilgisini nasıl oluyor da hiç çekmiyor anlamıyorum. adam, kimsenin uğramadığı standında 10 gün boyunca sabahtan akşama oturuyor, kendi imkanlarıyla bastığı kitaplarına bakıp duruyor, devasa indirimler yapıyor, bir gazeteci de gidip "hacı napan ya?" diye sormuyor. seneye de kimse sormazsa ben yapacağım bu haberi.
-
kişisel: dizlerim tutmadı, başım ağrıdı, her gün sabahın köründe kalkıp oraya gidip gecenin yarısı eve geldik falan ama severim fuarları. senin oturup yaptığın, bir cümlenin anlamını doğru vermek için uğraşıp durduğun kitapları alan insanlar kanlı canlı karşında oluyor işte. "masumiyet müzesi"ni değil "mezuniyet müzesi"ni soruyor; "yaban"ın devamını arıyor; "bu kitap yakışmamış size" diyor; "ben de yazarım, gelsem siz orada mısınız" diyor, diyor da diyor... üstelik bu sene 60 civarı kitap almışım fuardan; her birini severek, isteyrek, verdiğim paraya zerre acımayarak. kitaba verdiği paraya acıyan bizden değildir zaten...
-
reklam kabilinden "kişisel"e not: "abi neden yazmıyorsun artık pek seviyorduk" diyen de oldu, bir "büyük" yazar kitaplarını imzalarken "biz esas seninle tanışalım abi, senin kitap ne zaman çıkacak" diyen de, stantta dururken tanıyan da oldu, standları gezerken tanıyan da... "şöyleyim, böyleyim" demek için yazmıyorum bunu, yazıya bir kez daha iman ettiğimi söylemek için yazıyorum esasen... yazının beni mutlu ettiğini söylemek için...