10 Ağustos 2003… 2003-04 sezonu açılış maçı… Şükrü Saracoğlu Stadı’nda şampiyonluk adayı Fenerbahçe’nin rakibi “zayıf” İstanbulspor. Yaptığı transferlerle takımı iyice güçlendiren Fenerbahçe’nin kalesinde büyük umutlarla Türkiye’ye getirilen bir Alman var: Barcelona’dan kiralanan Robert Enke. Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor; Fenerbahçe için coşkuyla başlayan maç hüzünle sona eriyor, şans verilmeyen İstanbulspor rakibini 3-0 yenmeyi başarıyor. Günah keçisi belli: Hatalı goller yiyen Enke. Üç gün sonra sözleşmesi feshedilen Alman futbolcu böylece “ligde en az oynayan yabancı oyuncu” olarak tarihe geçip ülkesine dönüyor. Yaşadığı bu büyük başarısızlık, onca zamanın birikimini de açığa çıkarınca 1977 doğumlu futbolcu depresyon tedavisi görmeye başlıyor. Kariyerinde belli bir düzelmeyi yakalamışken 2006’da 2 yaşındaki kızının ölümüyle sarsılan Enke bir kez daha depresif ruh haline kapılıyor. Son olarak evlatlık edindikleri kızlarının da ellerinden alınacağından korkan Alman kaleci 2009’da kendisini bir trenin altına atarak adeta bıçak sırtında devam eden hayatını noktalıyor.
Enke örneği, günümüzün “gladyatörleri” olarak değerlendirilebilecek futbolcuların yaşadığı depresyon halinin varabileceği en tatsız noktayı gösteriyor belki de. Ne var ki, tek örnek değil: Bayern Münih’li yetenekli oyuncu Sebastian Deisler girdiği depresyondan bir türlü kurtulamaması nedeniyle futbolu bırakmak zorunda kaldığında 27 yaşındaydı, halen Bursaspor’da oynayan Ivan Ergiç de depresyon tedavisi için bir klinikte yatan oyunculardan, eşini kaybeden eski Fenerbahçeli futbolcu Deniz Barış da “o dönemde depresyona girdim” diyenlerden. Listeyi uzatmak mümkün. Yoğun maç trafiği içinde sürekli başarılı olmaya konsantre olan, buna zorlanan; taraftar, yönetim, medya baskısını sırtlanmak zorunda kalan; neredeyse özel hayatı kalmayan gencecik çocuklardan söz ediyoruz neticede. Üstelik toplumun psikiyatrik sorunlara nasıl yaklaştığını az çok bilmiyor muyuz?
Kendisiyle yapılan bir röportajda Ergiç futbolcunun “gladyatör” yüzünü net şekilde anlatıyor: “Başlangıçta, profesyonel sporcuların üzerindeki baskıdan sıyrılamıyordum. Depresyona da bu nedenle girdiğime inanıyorum. (…) Profesyonel futbol dünyasında, eşcinselliğe nasıl bakılıyorsa psikiyatrik hastalıklara da öyle bakılıyor. Bu konuya bir tabu gibi yaklaşılıyor. Bu duruma düşülmemesi gerektiği düşünülüyor. Bunun ardında da, bugün bile futbolun yapısal unsurları arasında yer alan maçoluk var. Futbol, erkeksiliğin ve maçoluğun yeniden üretildiği bir alan. Depresyona girenler, futbol dünyasının profesyonel futbolcular hakkındaki beklentilerine uymuyor; zayıf görünmemek gerekiyor.” Çünkü zayıf gözükmek demek takımdaki yerini, taraftarın gözündeki imajını kaybetmek daha da fenası bunları belki de bir daha kazanamamak demek. Bu kaygılar yüzünden dünya algısı yanında oyun algısı da bozulan futbolcu gittikçe “problem adam” haline geliyor; sadece saha dışında değil üstelik, saha içinde de gerek takım arkadaşlarına gerek rakip oyunculara tavrı ve tarzıyla.
Farkında olalım ya da olmayalım ama kişisel sorunlar yanı sıra teknik adamla, yönetimle, taraftarla, takım arkadaşlarıyla yaşanan sorunlar, geçmek bilmeyen sakatlıklar, başarısız sonuçlar, formsuzluk, adaptasyon sorunları, tribün baskısı, uzun kamp dönemleri… bunların hepsi ve daha fazlası futbolcuları depresyona yatkın bireyler haline getiriyor. Oysa futbolcuyu bir tür makine, bir tür “savaşçı” olarak gören zihniyet onun insani özelliklerini fark etmemeye ne kadar teşne! Hal böyleyken, bu -çoğu zaman- daha ilkgençlik günlerini yaşarken evlerinden, sosyal çevrelerinden kopan adamlara her türlü gerçeklikten koparak veryansın etmek, sövmek adeta “hak” olarak görülüyor. İşin acayibi, futbolun içindeyken bunca saldırıya maruz kalan isimlerin futbolu bırakıp köşe yazarlığına, yorumculuğa başladıklarında kendilerine yapılanları başkalarına yapma düzleminden çıkamamaları herhalde.
Sonuçta depresyon futbolcu da olsan, taraftar da olsan, yönetici de olsan futbol dünyasından çok uzak bir kavram değil. Bununla bir şekilde baş edebilenler olduğu kadar gizli saklı yaşayanlar, yaşadıklarına kendi içinde çözüm arayanlar hatta baş edemeyip futboldan kopanlar var. Her durumda meselenin gelip dayandığı yer, ceza hukukundaki o ünlü sözü deforme edelim (“Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar”), futbolun insan unsurunu kazıyınca altından insan çıkacağını unutmamakta! Bir Avrupa Kupası maçında Galatasaray taraftarlarının tribünlere astığı pankart keşke her akıllardan hiç çıkmasa: “Sen tribündeki biz, biz sahadaki sen!”…
Kıvanç Koçak
(Psikeart, Ocak-Şubat 2011)
[Schalke teknik direktörü Ralf Rangnick psikolojik nedenlerle görevini bıraktı ya, öyleyse vakti zamanında Psikeart'a yazdığımız bu yazı da çok zamandır yazmadığım bloga geri dönüş antrenmanı gibi olsun.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder