15 Aralık 2008
kaç numara?
"Irak'a beklenmedik bir ziyaret yapan ABD Başkanı Bush, Başbakan Nuri el Maliki'nin elini sıkarken öfkeli bir Iraklı gazetecinin ayakkabı saldırısına uğradı.
Maliki'nin şaşkın bakışları altında iki ayakkabısını da çıkarıp peş peşe Başkan'a fırlatan ve bir yandan da Bush'a ağır hakaretler yağdıran gazeteci, güvenlik güçleri tarafından hemen etkisiz hale getirilerek salondan çıkarıldı.
Eğilerek, başının hemen üzerinden geçen ayakkabılardan isabet almadan kurtulan Bush, saldırının kendisini etkilemediği belirtti ve esprili bir şekilde 'sadece ayakkabıların numarasının 10 olduğunu söyleyebilirim' diye konuştu..."
görmeyen çok şey kaçırır, o ayrı. ama sorulacak esas soru, bu ayakkabıların kaç numara olduğu şüphesiz!
ps. ayak topuyla alakası olmayan bir şeye "futbol" diyen bir milletin ölçü birimlerinin boktan olması da normal tabii. "10 numara" derken bizim buraların 44 numarası gibi bir şeyden söz ediyor. memleket medyasında kimsenin aklına bunu Avrupa ölçülerine çevirmek de gelmiyor o da ayrı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
ikisini de atmış tutturamamış... halbuki bizim anneler öyle mi... tek atış, tam isabet... :)
"10 numara" derken "süper" falan demek istemesin... Ahaha :)
çocuk ayakkabıları içimi burktu... gazetecinin attığı ayakkabı yerine keşke şu herifi bir meydanın ortasına getirip kafasına iki kamyon ırakta işgalinde ölmüş çocukların ayakkabılarını dökselermiş...
terziler geldiler.
kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle
daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle.
kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı.
sonra sonsuz çalgısı sevinçsizliğin.
çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de
duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle...
yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular
o çelenk on bin yıllıktı, taşıyıp getirdiler
ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkemediler
bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi,
"tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler
piyangocular, çiçek satın alanlar,
balıkçılar ağlarını, paraketenlerini, ırıplarını, oltalarını
zokalarını, çevirmelerini ve kelepçelerini topladılar.
sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler."
bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için
makaslarını bırakmadılar
bekleniyorlardı.
"ey artık ölmüş olan at! -dediler-
ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
sen açardın,
otuz üç bin at türünün tek kaynağıydın sen!
tüylerin karaparlaktı. koşumların,
-kokulu yağlarda ovulup parlatılan-
nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.
göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!
toynaklarını liflerle ovardık
uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.
çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından
ne güzel gözlerin vardı kara at!
binlerce kişi,
-çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut
darmadağın giysileriyle herkes
körler ve cüzzamlılar,
bütün kutsal kitaplar kalabalığı,
ermişler, kargışlılar ve günahlılar
gebe kadınlar, vaaz edenler
ve dondurmacılar ve at cambazları ve
tecimenler ve kıralcılar ve cemicilerle
tanrıtanımazlar ve tefeciler ve
yalvaçlar...-
ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş
senin mutlu ovanı doldurup
haykırırlardı.
büyük sesler içinde sen, geçerdin..."
terziler geldiler, bu güneşin odaların dışındaydı artık.
herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
gazeteler yazmadı, dükkanlar dönemindeydik
yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan
yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
beğenip gülümsediler.
"ey artık ölmüş olan at! -dediler-
senin eyelerin ne güzeldi.
dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü
nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna.
seninle öteleri ansırdık.
öteler, baklanın ve pancarın duyarlığı
kedinin varldığı erişilmez kişilik
güneşli bir damda.
içimizden gemiler kaldırırdın,
suyunu büyük şölenlerle tazelerdik
bayramımızdın. kuburlukların
bütün kişniş ve badem doluydu.
şimdi dar dünya
ölümün büyük hızı kesildi."
terziler geldiler. ateş ve kan getirmediler
hüzünleri kan ve ateşti ama. uğultulu bir şey
ekspresler garlarda kaldı, ilaçlar çıldırdılar
kenti bir baştan bir başa dolaştım, tıs yok
bütün odalara dağıldılar. sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş yerlerde kırpıntılar,
"oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar
vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar
düğmeler, ilikler
iplik döküntüleri, kumaş parçaları,
karanlık akşamüstleri ve sabahlar,
dükkan tabelaları, kartvizitler..."
kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok,
tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda
mutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler.
"ey artık ölmüş olan at!-dediler-
koşuşun büyütürdü dünyayı senin!
sen nasıl da koşardın.
biz güneyde yatardık, sen koşardın
hangi at güzelse ondan da güzeldin
kuyruğunun parlak savruluşuyla bölerdi
bir kara göğü
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
gemin güzel sesler çıkarırdı güzel
ağzında,
herkesi sevinçle haykırtan.
başın yaraşırdı düşüncemize ve
gözlerine saygıyla bakardık..."
terziler geldiler. durgunlukta o dökük saçık giyindikleri
yarım kalmışlardı. tamamlanmadılar. toplu odalarını sevdiler.
ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;
"ey artık ölmüş olan at!- dediler-
en güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
boydanboya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. onu bilirdik.
o agaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında
alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok etiği..."
turgut uyar
keşke gelseler adsız, keşke...
bunla ilgili bir sürü ülkenin bir sürü komedi programı özel yayın hazırladı. onları topluca gösteren bir site vardıydı da bulamadım şimdi. bulunca yazayım.
muhterem madafaka,
hatırlarsanız gönderin tabii.
yok bulamadım.
Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!
Yorum Gönder