22 Eylül 2008

adaptasyon


hikayenin bu kısmında ortaya cinler, şeytanlar, devler, akbabalar, cüceler, türlü çeşitli cadılar çıkıyor. her biriyle tek tek dövüşmek de hepsine topluca girişmek de faydasız, kahramanımızın kaçınılmaz sonu esir alınmak. on yıllar boyunca -ki "on yıllarca" da denebilir- kendisini kurtaracak prensesi bekleyecek ya da itaat edecek. itaat etmeyi seçiyor. kahraman olmadığından değil, kahramanlık bazen şekil değiştirmek olduğundan. o on yıllar geçtikten sonra tekrar kahraman olmasının mümkün olmadığını bilerek ama. korktuğundan değil, zaten hiçbir zaman kahraman olmadığından.

prenses dağları taşları aşıp onu kurtarmaya geldiğinde bulacağı cinler, şeytanlar, devler, akbabalar, cüceler, türlü çeşitli cadılar safına geçmiş bir kahraman. on yıllarca -ki "on yıllar boyunca" da denebilir- zorluklarla savaşıp, kapılar açıp kapılar kapatıp, atlara binip atlardan inip vardığı yerde bunu görmeyi istemez elbette. kendini düşündüğünden değil ama başkasını düşünmek kendini düşünmek olduğundan. yine de "hadi" diyecek. kahraman olmayan kahraman -ki artık cinlerin, şeytanların, devlerin, akbabaların, cücelerin, türlü çeşitli cadıların safına geçmiş bir kahraman olmayan kahraman-, gözü kocaman yemek masasındaki kocaman şarap kadehine takılı "tamam ama içeyim" cevabını verecek. "içeyim ki, ne olduğumu unuturken ne olduğumu hatırlayayım." çünkü hatırlamak biraz da unutmaktır.

o koca kadehi iki eliyle kavrayıp içtikçe içiyor. dünya kırmızı-mavi arası bir renge bulanınca kadehi fırlatıp koşmaya başlıyor. prenses arkasında. geldikleri yer belli, gittikleri, varacakları yer meçhul.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...