29 Ağustos 2008

delta ve çocuk

Dünyada mıyız değil miyiz diye
Bir adam kendi kendine sordu /...


Durdum bir yerden göğü, sokakları hep sokakları dinledim
Evlerini deniz yıkayan bir kıyıdan bağırıyorsun bana
Bir soluksuzluk bir duvarlar bir duvarlar duyamıyorum
Böyle bir uzun karanlıktan bağırıyorum bağırıyorum /...

Sen gittiğim o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbul’un.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış /...

"ne yaptıysam, dünyada yaşamayı öğretemedim kendime. dünyayla aramda hep sorunlar oldu. rahat bir adam olmayı istedim hep. ama işte sokağa çıkıp rahatça yürüyemiyorum. öylece bakıp duruyorum sokağa, onu yazmak istiyorum. bir kadının yüzü ilgilendiriyor beni. cehennem diyorum ya hani, böyle bir şey işte."


Sonra birdenbire büyük bir sessizlik oldu
Bu dünyadan İlhan Berk geçti dedim yürüdüm /...

__

25 Ağustos 2008

verba volant scripta manent


eski kutuların içlerinden çıkanlardan ziyade eski defterlerin, kitapların aralarından çıkanlar acayip geliyor insana. "nereden nereye" demek kadar basit de değil durum çoğu zaman. seni sen yapan şeylerin izini sürmek... bir noktadan sonra ne kadar yorucu üstelik. yanılsama desen değil, cehalet desen hiç değil.

bir şeymişsin, bir şey olmuşsun, bir şey olacaksın. bu, böyle. başkalarının iyiliğinden, kötülüğünden bağımsız unutacaksın, böyle bir köşeden karşına çıktığında duracaksın, kat'a üzülmeden "peki" diyeceksin; "her şey yerli yerinde"dir ya zira. ama işin özünde hafıza... insanın büyük düşmanı, evet.

12 Ağustos 2008

medyunu şükran

"yazı üzerine kurulan ilişkilerin kat'a yıkılmayacağına inanmak istiyor insan. ama sonuçta yazının sınırlarının bittiği bir yer de var: yanlış anlaşılmalar, korkaklıklar, lüzumsuz inatlaşmalar, hoyratlıklar, hayal kırıklıkları... hepsi dahil oraya. üstelik kuşkusuz eti cin de bunların dışında değildir! elbet onu yazacağımız bir gün de gelir" demişiz bi yerlerde. eti cin, gece vakti açlık denen şeyi bastırmak için doğru seçim değil belki ama kim manasız diyebilir ki o güne vesile olduktan sonra?

bazı şeyler bazı insanlara malum olur ya, o insanlardansan pek seçeneğin yok; malumatın acısı ya da hoşluğun büyüsü... fonda nihavent bir şeyler çalabilir, insan metroda kitap okuyabilir. bazen "insanı çıldırtan yerine gelmeyen bir özlem" de olabilir ama her durumda bilinir ki "gözümüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir".

nefes borusu, tül perde, angara simidi, nar, ahmet kaya, milena bunların arasında dolaşmaya da çıkabilir insan; hatta "yeğlediği 10 kelimesi" vardır ama bizzat kendisinin integralini alması o kadar kolay değil.

alıngan olmayacaksın, bilmekten vazgeçmeyeceksin: "Düşün ki, başına ne gibi bir mutsuzluk, nasıl bir acı gelirse gelsin, bunu sen kendin hak ettin..."


the Statue of Anonymous, Miklós Ligeti

06 Ağustos 2008

03.VIII

"...
i wish to weep
but sorrow is
stupid.
i wish to believe
but belief is a
graveyard
..."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...