11 Eylül 2007

"yuvadaki şeytan"


(Pieter Bruegel, The Wedding Dance in the Open Air, 1566)


aslında tek düğünün Eskişehir ve Ankara versiyonlarına dahil olduktan sonra Milena (5-15 Mart) geldi aklıma:

"...Beni, insanların cinsel, ekonomik, sosyal ya da erotik gereksinimlerini karşılayabilmeleri için beraber yaşadıklarına inandıramazsınız.. İnsanların beraber yaşamalarının tek nedeni, yanlarında birisinin bulunması ihtiyacından başka bir şey değildir; dünyanın bu boşluk ve yalnızlığında , kendilerinin tüm zaaf ve hatalarına rağmen kendilerinin var olmalarını kabul ve tasdik edecek birisinin bulunmasından başka bir şey değildir; cürümden, öç almaktan, kötü düşünceden, adaletten, vicdan azabından kaçabilmeleri için yanlarında bir diğer kişiyi bulundurmak ihtiyacından başka bir şey değildir.

Zira, gerçekten, bir ev, bir 'yuva'nın 'koruma amacı'ndan, dünyaya karşı ve özellikle içsel 'ayna'ya karşı 'koruma'dan başka herhangi nihai ve kutsal bir amacı olabileceğini düşünebilir misiniz? Bir erkeğe bir kadının ve de bir erkeğin bir kadına yapabileceği en büyük lütuf, çocuklara gülümseyerek söylenen bir cümleyi söylemektir; 'Seni hiç terk etmeyeceğim..' Bu söz, 'ölüme kadar seni seveceğim' veya 'ebediyen sana sadık kalacağım'dan farklı değildir. Başkasına karşı namus, gerçeğe bağımlılık, ev, sadakat, karar, dostluk, aidiyet gibi kavramların tümü bu ufak cümlenin içindedir. Şu zavallı mutluluğa karşı sürülen, yerine getirilmesi olanaksız vaatlerdir.

Kısacası, kanımca, evliliklerimizin böylesine mutsuz olmalarının nedeni işin kolayına kaçmakta olmamızdır. Çünkü, tutulmayacağı bilinen ve tutulmayacağı için de bir yıl sonra valizlerin toplamasına neden olacak vaatleri kabul etmemiz kolayımıza gelmektedir. Bunun yerine, tutulabilinecek ve dolayısıyla uzun süre tutulacak şeylerin vaadi hem daha kolay, hem daha dürüst olur, diye düşünüyorum. Tüm bu hayali derinlikler, ileride rastlanacak ve seviyeli bir davranışı gerektirecek ilk gerçek güçlük karşısında kırılıp bin parçaya ayrılacak iddialardır. Neden insanlar, hiçbir zaman bir portakal veya bir menekşe demetini, yeni bir kalemi veya bir kese İzmir üzümünü getirip hediye etmeyecek kadar 'ilgisiz ve uzak' kalmayacakları vaadinde bulunmazlar?

Neden insanlar, evlenme gecesinin ertesinde ve ondan sonraki sabahlarda sabun ve su kokuları içinde ve doğru-dürüst giyinmiş olarak kahvaltıya ineceklerine dair söz vermezler? Neden insanlar, kızgınlıklarını böylesine aşağı-pis-iğrenç davranışlarla göstereceklerine, kızgınlıklarını açık ve hatta darbelerle dahi olsa daha seviyeli bir şekilde gösterecekleri vaadinde bulunmazlar? Neden insanlar, diğerine ve onun çıkarlarına kendilerinin sanat tarihi, futbol veya kelebek avına verdiklerinden fazla önem verecekleri vaadinde bulunmazlar? Neden insanlar, karşılıklı olarak, birbirlerinin susma özgürlüğüne, yalnız kalma özgürlüğüne, herkesin kendine ait bir odası olma özgürlüğüne saygı gösterecekleri vaadinde bulunmazlar? Neden insanlar mutluluk gibi gerçekleşemeyecek laflar peşinde koşacaklarına, yukarıda sözünü ettiğim o hiçbir zaman yerine getirilmeyen, ancak çok önemli olup yerine getirilmesi mümkün olan 'ufak-tefek şeyler'in vaadinde bulunmazlar?

Evliliğin bir anlamı olması için, mutluluk beklentisinden çok daha geniş ve gerçek bir temel üzerine oturtulması gerek..."

Milena Jesenska, "Yuvadaki Şeytan", Tribuna, 1930.

7 yorum:

Nisa dedi ki...

Büyük laflar edince büyük olma hissidir herhalde verilen o sözlerin sebebi.

Pek doğru demiş, minimal gibi gözükse de söylenenler pek büyük ve pek gerçek. Gerçekleri sevmiyoruz pek galiba.

tearsofphallus dedi ki...

işte budur yaaa! evliliklerin temelinde en basit insani ihtiyaçlar yatar! bunlar yerine getirilmesi mümkün şeylerdir! hep seni seveceğim zırvalıkları yoktur evliliklerin içinde! olsa da bi işe yaramazlar zaten! sevgi kimin elindedir, aşk kimin denetimine girmiştir ki onunla ilgili bi söz verilebilsin!
"hep seni seveceğim!" hadi beee! yapmayın yahu! kendimizi kandırmayalım!
gönlümün dümeni benim elimde değil ki!
birisine ihtiyacımız vardır, kendi varlığımızın farkında olacak birisine! onun herhangi bi cinsiyetten olması da farketmez!
beni bütün beşeri zaaflarıma ragmen kabul edecek biri! baazen güzelliğim baazen çirkinliğimle! ama daima yanımda ama beni sevmeye de bilir bi gün! tabii bu sevmeme aşk! aşık olabilir yarın başka birine... hiç aşık da olmamış olabilir aslında bana! ama hayatın binbir yükü var üzerimizde. başta da insanın bizzat kendi kendisinin yükü olması! bu yükü kendisiyle taşıyabileceği bi yol arkadaşına ihtiyacı vardır insanın...
aklıma geldi:
"sair adamların çok işlere kasd ve arzuları vardır, benim ise dünyadan arzum ancak bir yâr-ı muvâfıkdır. iki beden arasına ayrılmış bir can gibi ola, ki bedeni iki beden ve canı bir olur..." ali bin ebi talib
benin yapayalnız oluşu, kendini başkaya açamaması da vardır bir bakıma için içinde. bir ürün birlikte yapılmış bir iş üzerinden kurulan bir köprü yaratma arzusu...
(çok mu derbeder oldu ne?)

Adsız dedi ki...

uzun zamandir okudugum en guzel pasajardan biriydi bu.
cok onemli bir konuya, cok durustce deginilmis.bir cogumuz cokca vaadlerde bulunmus yada bu vaadleri duymus olarak kac iliski gecirdik basimizdan, elbet bilinmez; ama dogrudur, hepimiz sevgi ve guven arayisindayiz.bu istek icinde oldukca da, bu vaadlere inanma oranimiz en az %50'ye duser sanirsam..

yazinin en cok son cumlesi dusundurdu beni.


Evliliğin bir anlamı olması için, mutluluk beklentisinden çok daha geniş ve gerçek bir temel üzerine oturtulması gerek..."

bu cumleyi dusunerek yazarin genel olarak evliligi degilde, buyuk cogunlugun evlilik sebeplerinin ne kadar mantik disi ve kendini kandirmaca oldugunu dusundugunu saniyorum.
yada biraz celiskili buldum ama anlatamiyorum.
evlilige karsi degilim; gunumuz formatindan cok daha baska ve gercekci sebeplerle oldugu surece.'biz' olmak bir yere kadar olmali.ben ve sen kabullenilmeli once.sonra dikilebiliniyorsa, kat kat 'biz' olusur kendiliginden: zorlamadan, kendinin ne oldugunu anlayamayacak konuma gelmeden.

kafcamus dedi ki...

sevgili Nisa,

Milena'nın biyografisini okumanızı da tavsiye edebilir miyim? beğenirsiniz bence...

kafcamus dedi ki...

muhterem d.d.ı.a.,

hayat bazen taşınamayacak kadar ağır bir yük haline geliyor bu doğru. bunu paylaştığın/paylaşmak isteyeceğin kişiler de zaman içinde -yükün ağırlığıyla da doğru orantılı olarak aslında- değişiyor işte. tabii "yalnızlık ömürboyu" şarkısını akıldan çıkarmamakta da fayda var:)

kafcamus dedi ki...

kıymetli lhyfae,

Özdemir Asaf çok iyi bir özetçidir:
"Kendi bahçesinde dal olamayanın biri Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor."

tarkan ikizler dedi ki...

belki üçbin yıldır evli olan birinden bir şeyler duymak istersiniz diye yazayım buraya... evlilik bir şeylere söz vermek değildir zaten, söz vermeden içinden gelerek yaptığın şeylerin toplamıdır evliliği ayakta tutan ama tabii ki benim bahsettiğim şey toplum tarafından anlaşılan evlilikler değil. Bir aşkın sonucunda alınan kararla etraftan rahatsız edilmeden o aşkı yaşayabilmek için evlenenlerdir işaret etmek istediğim. Aşk varsa evli olmuşsun olmamışsın hiç önemi yok yeterki hissettiğin gibi hissettir karşındakine ve bırak kaderini onun ellerine...

Bunun haricindeki tüm yazılanlar evlenmiş olmak için evlenenlere uyar... öyle olursa zaten, başka birine muhtaç olduğundan dolayı birlikte yaşama zorunluluğu falan hiç çekilmez. Dünyada tek başıma kalmayı tercih ederim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...