Çocukların, gençlerin, abilerin, ablaların yüzleri televizyonda, gazetede, internette... Çocukların, gençlerin, abilerin, ablaların yüzleri gündüzleri aklımızda, geceleri rüyalarımızda... Çocukların, gençlerin, abilerin, ablaların yüzleri afişlerde, pankartlarda, tabutların önlerinde...
Her birinin ayrı ayrı hikâyeleri düşüyor önümüze: Kimi hukuk okuyormuş, kimi sanat tarihi, kimi öğretmenmiş, kimi anarşist, kimi Trabzonsporlu’ymuş, kimi Çerkes. Bazısı yaptığı bileklikleri, kolyeleri satıp kazandığı parayla aldığı oyuncakları Kobani’deki çocuklara götürürken, bazısı Kobani’de IŞİD’e karşı savaşırken ölen oğlunun gittiği yeri görmek istiyormuş. Bazılarını daha önceki eylemlerden zaten biliyormuşuz, bazıları sevgilisiyleymiş...
"Sosyal medya çağı"; çocukların, gençlerin, abilerin, ablaların hesaplarından yazdıkları paylaşılıyor: "19-24 Temmuz tarihleri arasında Kobanê’ye gidebilir, oradaki çocukların bir tebessüm gülmesini sağlayabilirsiniz", "Bizler güneşin çocuklarıyız. Ölüme gülümseyerek gidenleriz. Ne döndürebilir ki bizi, ne korkutabilir ki? Gelin yarını ilmek ilmek biz örelim"… Sonra şarkılar… Sonra mesela birinin parasızlıktan alamadığı parkayla, çoğunun arkadaşlarıyla bir aradayken çekilmiş fotoğrafları. Ama en çok da gülerken, kahkahalar atarken çekilmiş fotoğrafları... Dünyayı dolduracak içtenlikte gülüşleri...
***
Suruç’ta birilerinin çocukları, birilerinin anne babaları, birilerinin hayat arkadaşları, memleketin gençleri öldürüldü. Daha önceleri sayısız defa olduğu gibi, 16 Mart katliamında olduğu gibi, Roboski’de olduğu gibi, Berkin Elvan gibi, Ali İsmail Korkmaz gibi, İbrahim Aras gibi… Akıllara ilk anda hemen geliveren, gelmeyen tüm bu acılardan geriye her zaman biraz bıkkınlık ama çokça da memleketin karanlığına karşı duyulan büyük öfke kalıyor. Bu öfkeye yenik düşmek mümkün ama -çok zor da olsa- buradan tekrar ayağa kalkmak da şart. Zaten, içi bomboş olan değil sahici bir “yeni Türkiye” inşasını da ancak bu öfkeyle tutuşan eller becerebilecek: Kaybettiklerini ve öfkesini asla unutmadan ama taş üstüne taş koyarak, asla vazgeçmeyerek. Suruç’ta ölen çocukların, gençlerin, abilerin, ablaların inandığı bu değil miydi biraz da?
Saldırıdan yaralı kurtulan gençlerden Çağla Seven ve Gökçe Çetin’in patlamadan hemen sonra çekilen, el ele tutuştukları fotoğrafa iyi bakın; “muhtaç olduğumuz kudret” işte tam da o fotoğrafta. Çünkü el ele tutuşmaktan başka şansımız gerçekten yok…
“Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel işçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi”
Can Yücel
Birikim Haftalık, 23.07.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder