Bu, bir futbol yazısı sayılmaz ama futbolla ilginiz yoksa bile bir zamandır Galatasaray’ın geçtiğimiz günlerde işine son verdiği İtalyan teknik direktör Cesare Prandelli’nin tazminatı var mı yok mu, Galatasaray’dan ne kadar para alacak meselesinin çokça konuşulduğunu görmüşsünüzdür, duymuşsunuzdur. Adeta milletçe Prandelli’ye karşı Galatasaray’ın yanında kenetlendik. Çünkü adam hem başarısız olmuştu (güya) hem de kovulduğu için para (yani sözleşmesinde yer alan alacaklarını) istiyordu. “Ayıp”tı, “yuh”tu, “yazık”tı, “çüş”tü:
“Prandelli işi yokuşa sürüyor”dan (link),
“Utanmasa tapuyu isteyecek”e (link)
uzanan bir yelpazede İtalyan’ın ne kadar paragöz olduğunu iyice sindirdik
içimize!
Sorular çok ama basit aslında: Sadece hakkını arayan biri için böyle ileri geri konuşabilmek hakkını nereden alıyor insanlar, “utanmasa”lı falan başlıklar atabilmek gücünü nereden alıyor bu medya? Herhangi bir şirketin bir çalışanıyla girdiği hukuki olduğu çok açık bir anlaşmazlıkta hukukun yanında saf tutmak neden bu kadar zor oluyor? Futbol örneğinden devam edecek olursak, Prandelli haksız, paragöz, peki. Ama Del Bosque’sinden Tigana’sına, Aragones’inden Gerets’ine hepsi mi öyleydi? Bu yabancılar hep mi sadece para peşinde? Peki yabancılara karşı girişilen dayanışma duygusu bir Türkiyeli teknik direktör, futbolcu kovulunca, onu bırakın, zaten alması gereken alacaklarını alamayınca neden gösterilmiyor? Türkiyeliler hukuk diye bir şeyin bu memlekette pek geçerliliği kalmadığını artık iyice biliyor zaten diye mi, yoksa adını koyalım, açıkça bir yabancı düşmanlığının yansıması mı bunlar? Neden evlerine ekmek götüremeyecek durumdaki futbol emekçileri için (Türkiye'de alacaklarını alamayan onlarca futbolcu, teknik adam olduğunu biliyoruz) “Bilmem ne kulübü utanmasa bedava oynayın, çalıştırın diyecek” başlığı atılmıyor mesela?
Bu, bir futbol yazısı sayılmaz. O yüzden memleket futbolunun içinde bulunduğu bataktan söz etmeyelim. Ve lakin memleketin içinde bulunduğu genel ahlâki yozlaşmadan, çürümeden, hukuksuzluktan söz edebiliriz. Tam da bu yüzden madencilerin ölümü, inşaat işçilerinin ölümü, işçilerin, çocukların ölümü çok da dert edilmiyor sanki. Zira ülkemizi kalkındırma yolunda şirketlerimizi, kulüplerimizi, inşaat sektörümüzü, hükümetimizi hukukla bağlayacak değiliz elbette! Cumhurbaşkanımız “adalet istiyorum, adalet” diye bağırıp hukuksuz
Galataport ihalesinin durdurulmasını kast ederken mesela ya da esnaf,
gerektiğinde adaleti sağlayan hâkim olarak görülürken örneğin (link) veya başbakanın başdanışmanı hukukun sınırlarının dışına çıkılmasını “meşru” görürken örneğin (link), hep ülkemizin çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşması için uğraşmıyorlar mı?!
Bu, bir futbol yazısı sayılmaz. Ama en basit hukuki örnek üzerinden gidecek olursak Prandelli’nin, Galatasaray’la iş akdi imzaladığını; sözleşmeyi yaparken şartların konuşulduğunu; bunların üzerine karşılıklı anlaşıldığını; ilgili maddelerde fesih halinde neler olacağının düzenlendiğinin varsayıldığını tahmin edebiliriz. Galatasaraylı yöneticilerin bunları çok iyi bildiğini de kabul edebiliriz ki, Prandelli’yi gönderme baskıları başladığında “Ooo, sözleşmeyi bir görseniz” minvalli açıklamalar yaptılar (link). Peki tüm bunlara rağmen bunca yaygara neden? Daha önceki örneklerde gördüğümüz gibi, elindeki sözleşmeye dayanarak hakkını arayan bir yabancının hakkını illa ki FIFA gibi dışarıdan bir kurumun vermesi mi gerekiyor? Neden, "Bu sözleşmeler imzalanırken aklınız neredeydi, böyle sözleşmeler imzalayanlar cezasını da sonuna kadar çekmeli" demektense bir tür yabancı düşmanlığıyla bezeli laflar ediliyor? Neden işler hukuka bırakılmıyor da "biz-onlar" karşıtlığına sapılıyor, takımın başına yeni gelen Türkiyeli teknik direktörün hiç para konuşmadığına dair içi boş laflar üretiliyor? (link)
Bu, bir futbol yazısı sayılmaz. Ama Türkiye’de sadece hakkını arayanlara karşı (hele de yabancıysalar) bakışın bir yansımasını ele almaya çalışan, hukuktansa hamasetin nasıl geçer akçe olduğunu anlatmaya çalışan bir yazı sayılabilir. “Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız, nesneleri görüşümüzü etkiler… Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir…” der John Berger, Görme Biçimleri’nde. Her zaman da böyledir bu. Prandelli-Galatasaray meselesine işte biraz da böyle bakmayı deneyemez miyiz? Ben şahsen her durumda boş zamanında hayat arkadaşıyla İstanbul Modern’i gezen, oradaki tablolara bakarak hayatına bir anlam katmaya çalışan bir emekçinin yanında duracağımı biliyorum…
ps: Birikim-Haftalık, 06.12.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder