27 Ağustos 2013

Başvekilin Gözyaşları...

                                                    “… Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
                                                    Anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?”
                                                                                                 Nâzım Hikmet



Gözden kaçıranlar olmuştur, Sibel Eraslan’ın, Star gazetesindeki köşesinde 21 Ağustos’ta yazdığı yazının başlığı “Esra Albayrak: Babamı ağlarken gördüm bu sabah”tı. Başbakan Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak, Eraslan’a babasının İhvan liderlerinden Muhammed Biltaci’nin vurularak öldürülen 17 yaşındaki kızı Esma Biltaci’nin ölüm haberini okurken ağladığını söylemiş, Eraslan da bunu köşesinde yazmıştı.  

Bundan bir gün sonra, 22 Ağustos’taysa başvekilin gözyaşlarını gözden kaçırmak artık namümkün hale geldi. Zira Erdoğan katıldığı bir televizyon programında Esma için bir kez daha, bu kez canlı yayında ağlıyordu: “Ağlamaktan konuşamadı” (Hürriyet), “Şehit Esma için gözyaşı” (Yeni Şafak), “Başbakan canlı yayında ağladı” (Zaman), “Aklıma kızım geldi” (Milliyet), “Tv’de Esma’ya gözyaşları” (Habertürk), “Başbakanı ağlatan mektup” (Radikal), “Erdoğan’ın gözyaşları” (Vatan)… Herkes pek bir duygulandı; başvekilin ağlamasına ağlandı, başvekilin ağlama haberini sunan spikerin ağlamasına ağlandı, başvekilin ağlama haberini sunan spikerin ağlamasına ağlayanları duyanlar ağladı, ağlandı da ağlandı…


Erdoğan’ın kameralar önünde ağlaması yeni değil, biliyoruz. Muhtelif vesilelerle gözyaşı dökmüşlüğü var. 17 yaşındaki Esma için döktüğü gözyaşının samimiyetini de sorgulamayalım; insanevladının, ne kadar uğraşırsa uğraşsın gözyaşı kanallarına söz geçiremediği zamanlar olur. Yine de şu sorgulanabilir: En kıymetli insanlık hassalarından birini gösterip başkalarının acısı için gürül gürül ağlayabilen, “Aklıma kızım geldi” deyip ağladığı için konuşmaktan kesilen bir insan nasıl olup da bizzat başında bulunduğu devlet başka ana-babaların 19-20 yaşlarındaki evlatlarını ellerinden alırken Sultanahmet Meydanı’nındaki Dikilitaş gibi kayıtsız, mağrur durabilir? (ki o Dikilitaş da 390 yılında Mısır’dan getirilmiştir! Bir cephesinde şunlar yazar: “18. sülaleden Yukarı ve Aşağı Mısır’ın sahibi 3. Tutmosis, Tanrı Amon’a kurbanını sunduktan sonra Horus’un yardımıyla bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanların getireceği bayramlar için yaptırdı ve dikti.”) Evladının resmine sarılıp ağlayan ana-babalara; neredeyse 25 yıldır yaşadığı inzivadan oğlunun cenazesi için çıkıp, oğlunu gömdükten sonra gece mezarının yanında kıvrılıp yatan bir babaya; tam da ağlama haberlerinin manşet olduğu gün ortaya çıkan, oğlunun beyin kanaması geçirip hayatını kaybetmesine yol açan saldırının silindiği iddia edilen görüntülerini izleyemeyen anneye karşı bir şeyler hissetmez?  


İnsan, herkesi sevmeyebilir, herkes için gözyaşı dökecek diye bir şey de yok; burası tamam. Heyhat, gözyaşları üzerinden konuşulan “insanlık” olunca, hele ki, bu, bir memleketin yöneticilerinin insanlığı olunca işler biraz değişiyor. Bir ülkenin yöneticilerinden hiç değilse asgari adalet duygusu beklemek de vatandaşlarının hakkıdır zira.

17 yaşında iki kurşunla ölen Esma'nın gülüşüyle, 19 yaşında devlet destekli şiddetle ölen Ali İsmail Korkmaz'ın gülüşü aynı aslında. Biri diğerinden büyük ya da küçük değil, aynı… Ne var ki, artık çok iyi biliyoruz, herkes için, bilhassa insanlıktan söz edenler için durum pek öyle değil…

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...