25 Haziran 2013

va mişkunan



“Artvin ve Bergama'da siyanürle altın arama belası, Akkuyu'da nükleer santral, Gökova'da termik santral... derken şimdi de -ki aslında çok zaman önce başlayan- Samsun-Sarp Sahilyolu projesi. Bu proje kapsamında yok edilen ve durdurulamazsa tümüyle yok edilecek olan sahillerimiz ve çocukluğumuz ve geleceğimiz ve tarihimiz ve... YAŞAM! 

İnsan hayatının hiçe sayıldığı, kendinden olmayanın değersiz görüldüğü, barışın ve kardeşliğin önemsiz sözcükler, insanın en değersiz şey olduğu ülkede yok olan sen, yok olan ben, yok olan sevgi, yok olan zaman, yok olan insan, yok olan... YAŞAM!”*


*Kazım Koyuncu'nun "Viya" (2001) albümünün kartonetinden... Kazım gideli sekiz yıl olmuş... 

19 Haziran 2013

"Mustafa Keser'in askerleri" "Mermer Sıçanlara" Karşı...

Milos Forman’ın şahane filmi “Amadeus”ta bir sahne vardır: Beaumarchais'nin tiyatro eseri “Figaro’nun Düğünü”, zenginlerle ve aristokratlarla alay ettiği için Viyana’da yasaklıdır. Mozart, bundan uyarlanan bir opera yapmaya girişir ve İmparator Joseph’i ikna etmeye çalışır. Kraliyet müzisyenleri ise “Aman efendim, olur mu öyle şey” minvalinde karşı argümanlar geliştirirler. Tanrılar ve efsaneler gibi “yüce” şeyler üzerine bir şeyler hazırlamasının çok daha yerinde olacağına dair söylenenlere Mozart cevabı yapıştırır:

“Haydi biraz dürüst olalım. Hepiniz, Herkül, Horaitus ya da Orpheus yerine berberinizi dinlemeyi tercih etmez misiniz? Hep o eski can sıkıcılar! Öyle yüceler ki, sanki mermer sıçıyorlar!” 


“Chapulling” diye bir kelime yaratan, “Mustafa Keser’in askeri” olan, çareyi Drogba’da gören, Çarşı’ya tapan, “Tayyip winter is coming” deyip aslında “diziler üstü” bir pozisyon alan, “I love Gaviscon” yazılarıyla biber gazına karşı bir mide ilacı yanında saf tutan, penguenleri direnişçi yapan, gazların sinüsleri açtığına inanan, “Tek Yol Devrim” yazısının altına karikatür kahramanı Fırat’ın “dinimiz amin” lafını iliştiriveren, birbirlerine öldüresiye düşman rakip takım taraftarlarını kol kola sokuveren, hiç tanımadığı insanlara evinin kapısını açmaktan gocunmayan, birbiriyle kelimenin bütün anlamlarıyla dayanışma içinde olan bir hareket 31 Mayıs hareketi... “Yüce” olanın ne olduğunu soluduğu gazla, kafasına yediği biber gazı kapsülüyle, sırılsıklam eden Toma saldırısıyla iliklerine kadar hisseden, bunun şiirini yazan bir hareket… Polisle, tüm o eski can sıkıcılıklarla, insanın içine fenalık getiren aşınmış kavramlarla, hatta kendisiyle dalga geçmeyi bilen, “mermer sıçanlar”a karşı inadını ortaya koyan bir hareket…

“Şöyleler”, “böyleler” diyenlere kulak asmayın; sürekli ayar almaktan, azarlanmaktan, tedip edilmekten sıkılanlara, memleketin üzerine sinen boğucu havadan bunalanlara, farklılarla bir arada yaşamayı unutturan “vatan millet Sakarya” hamasetini geride bırakanlara dikkat kesilin. Kendinize göre hiçbir şey bulamazsanız en kötü ihtimal berberinizin orada olacağı kesin…

(Birikim-Güncel, 06.06.2013)
(http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=961&makale=%22Mustafa%20Keser%27in%20askerleri%22%20%22Mermer%20S%FD%E7anlara%22%20Kar%FE%FD...)

03 Haziran 2013

psikoloji, polis, şahların şahı...



"devrimler üstüne yazılmış bütün kitaplar, sendeleyen yetkenin çürüyüşünü ya da halkın sefalet ve acılarını anlatan bir bölümle başlar. oysa bu kitaplar ürkütülüp sindirilmiş, dehşete düşmüş bir adamın, birdenbire nasıl olup da korkusunu yendiğini, nasıl rahatladığını anlatan psikolojik bir bölümle başlamalıdırlar. bazen aniden, bir şok ya da arınma gibi gerçekleşiveren bu olağandışı sürecin aydınlatılması gerekir. kişi korkuyu başından atar ve kendini özgür hisseder. bu gerçekleşmeden hiçbir devrim mümkün değildir..."




"... Polisin deneyimi: Bir insana bağırıp sopamı kaldırırsam, o önce korkudan uyuşup kalır, sonra koşarak kaçar. Kalabalığın kenarındaki adamın deneyimi: Yaklaşan bir polis gördüğüm anda ödüm kopar ve koşmaya başlarım. 

Bu deneyimlere dayanarak iyi bir senaryo hazırlayabiliriz: Polis bağırır, adam kaçar, diğerleri toz olur ve meydan boşalır. Fakat bu kez her şey farklı bir biçimde gelişiyor. Polis bağırıyor, fakat adam kaçmıyor, orada dikilip polise bakıyor; bu bakış yalnızca tedbirli ve korkulu değil, aynı zamanda sert ve cüretli, işte durum bu merkezde. 

Kalabalığın kenarında duran adam üniformalı yetkiliye küstahça bakıyor. Polis kımıldamıyor. Etrafına göz atıyor ve aynı bakışı diğer yüzlerde de görüyor. O adamınki gibi diğer yüzler de uyanık, hâlâ biraz korkak, fakat daha şimdiden metin ve sert. Polis bağırmaya devam ediyor, ama hiç kimse kaçmıyor; sonunda o da sesini kesiyor. Bir anlık sessizlik. Polisle o adamın olup bitenlerin farkında olup olmadıklarını bilmiyoruz. Adamın korkusu geçmiştir, bu da kesinlikle devrimin başlangıcıdır. 

Şimdiye dek bu iki adam ne zaman birbirine yaklaşsa, bir üçüncü şahıs hemen araya girmişti. Üçüncü şahıs korkuydu. Korkuysa polisin dostu, adamın düşmanıydı. Korku kendi kurallarını dayatıyor ve her şeye karar veriyordu. Şimdiyse iki adam ilk defa yalnız, yüz yüze. Korku yok oluyor. Şimdiye dek bütün ilişkileri heyecan, saldırganlık, hakaret, öfke ve terörle doluydu hep.

Ancak şimdi korku yok olmuş, bu sapık ve nefret dolu birlik ansızın yıkılmış, sanki bir ateş söndürülmüştür. Bu iki adam artık birbirine karşı kayıtsız ve ilgisiz hale gelmiştir; bu yüzden kendi bildiklerini okuyabilirler. Böylece polis ağır ağır karakola dönerken, adam orada dikiliyor ve gözden kaybolan düşmanına bakıyor..."

Şahların Şahı
, Ryszard Kapuscinski

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...