Galatasaraylı arkadaşım, kardeşim, dostum,
Sözüm sana ama sadece sana değil. Başına Galatasaray değil de Beşiktaş yaz, Fenerbahçe yaz, Trabzonspor yaz, yaz da yaz, bir şey fark etmez. Sadece bugün senin özel günün olduğu için özne sensin.
Biz seni iyi tanıyoruz. Tanımamak mümkün mü ki? Bizi bırak, futbolla biraz ilgilenen yerlisi yabancısı herkes biliyordur. Beri yandan bizi bilmezler. Sen de bilmiyorsun güzel kardeşim. Bilinmeye değer miyiz, orasını sen kendi kafanda tartışabilirsin ama misal benim için tartışmalı hiçbir durum yok. Elbette bilinmeye değeriz, elbette en az senin kadar bir futbol takımıyız, elbette en az senin kadar taraftarız.
Sen bugün Ali Sami Yen’de son maçına çıkacaksın. Stadın değişecek, duygulu duygulu seyredeceksin maçı. Orada bir sürü anın vardır, bir sürü galibiyetin, bir sürü beraberliğin, bir sürü öfke nöbetin. Koltukları tekmelemişsindir, kafanı ellerinin arasına almışsındır, zıp zıp zıplamışsındır. Maçın bir manası var yani sana. Peki sanıyor musun ki, bize yok o mana? Cebeci İnönü’de maça ilk kez gitmemin üzerinden 13 sene geçmiş. İşte o zamandan beri bugünü bekliyorum ben şahsen. “Kupada bir şeyler yapalım, kendimizi gösterelim.” Tam 13 senedir, güzel kardeşim, kupada bir halt edebilmişliğimiz yok. Dersen ki, “başka yerde var mı sanki?” Ona da cevabım aynı: Yok (Zaten arada neredeyse 1.5 yıl kapalı kaldı takımımız! 1.5 yıl aziz dostum, üstelik geri dönüp dönmeyeceği belirsizlik içinde).
İşte nihayet memleketin vitrinindeyiz, hem de böyle özel bir maça denk gelerek, bir şeyler olabilir mi? Sanmam. Bizi yenersiniz. Ama doğrusu fark etmez. 13 yıl diyorum sana. Üstelik benden daha eski taraftarlar var düşün. Bize koymaz yani. Çünkü alacağımız lezzet, yenme-yenilme lezzeti değil. “Ne peki” dersen, inan olsun anlatamam sana. Anlamazsın diyeceğim, ayıp olacak. Ama misal söylesene, koskoca statta gün gelip de 5 kişiyle maç seyrettin mi sen hiç?
Yöneticilerimiz, futbolcularımızın artistliği, çakma taraftarlık halleri benziyor olabilir o ayrı. Takımlarımızın geleneği, mazisi benzer şekillerde hallaç pamuğu gibi atılıyor da olabilir. Ama güzel kardeşim, biz ayrı dünyaların insanlarıyız: Sen bizi birazcık bil, tanı diye satır aralarına sığışmamız gerekiyorsa, sığışırız canın sağ olsun. Sen stadına veda ediyorsun diye çıkan tantananın figüranı olmak düşüyorsa bize, o kötü ötesi veda şarkını da dinleriz icabında. Ve fakat bize saygısızlık yapma dostum. Hiçbir takıma yapma, daha iyi olur. Ancak o zaman ayrı dünyalarımız biraz yanaşır birbirine belki.
Bir de son not ekleyeyim, o takımın adının kağıt üstünde Beypazarı Şekerspor olması tıpkı Etimesgut Şekerspor olması gibi hiçbir şey ifade etmiyor bana. O takım Şekerspor, öyle de kalacak. Benimle konuşmaya başlamak için buradan başlayabilirsin. Buna hiç tenezzül etmeden konuşabildiğin, “Beypazarı ne alemde” diyebildiğin ve kendine “Şekersporluyum” diyen biri varsa, dünyalarınız birbirini tamamlıyor ama hâlâ benden ayrısınız.
11 Ocak 2011
04 Ocak 2011
Camus'nün taşı
kendime yılbaşı hediyesi olarak aldığım kitabı bitirdiğim günün Camus'nün ölüm yıldönümü olduğunun ayırdına varmam bir işaret olarak okunmaya müsait. iki gün önce, çerçevesi kırıldığı için artık arkamda durmayan resmini tekrar çerçeveletmeye karar vermem de bu işareti kuvvetlendirebilir üstelik.
birilerine minnet duymak, sadece lafta değil de özde öyle hissediyorsan, boş şey değildir. minnet dediğin ne sonuçta? gönül borcu. gönül borcu dediğin ne? gönlünü genişletene karşı duyduğun hissiyat. illa tanıdık olması da gerekmez hem minnet duyduğunun (tanıdık olursa ayrıca ona göre davranmak farzdır); on yıllarca önce bir satır yazmıştır, bir nota karalamıştır, bir gol atmıştır, bir laf söylemiştir...
ben şahsen zamanında keşfedip, hayatımın içine alarak Camus'ye kendi açımdan minnet duyarım. herkes minnet duyduğunu kendi durduğu yerden tarifler biraz da. o, benim için Cezayirli kavruk çocuğun hayatla hesaplaşmasının, kendine bakarken bir yandan da dünyaya ve etrafına bakmanın sembolüdür. "saçma"nın nasıl hayata dair olduğunu bana öğreten adamdır. "Mutluluğun neye bağlı olduğunu aradığın sürece asla mutlu olamazsın. Hayatın anlamını arıyorsan asla yaşayamazsın." öyle uzun uzadıya felsefeye gerek yok; bu, bu kadar basittir işte. o taşın her seferinde aşağıya düşeceğini bile bile yukarıya çıkaracak, bundan mutlu olacaksın; bu kadar basit işte.
kafcamus'nün yarısı o, ona minnet borcum var. içtenlikle...
ps. taşlı çizim aslında çok güzel bir gif. ama bloga yükleyince hareket etmez oldu. ayrıca üstüne tıklamak gerekmekte.
birilerine minnet duymak, sadece lafta değil de özde öyle hissediyorsan, boş şey değildir. minnet dediğin ne sonuçta? gönül borcu. gönül borcu dediğin ne? gönlünü genişletene karşı duyduğun hissiyat. illa tanıdık olması da gerekmez hem minnet duyduğunun (tanıdık olursa ayrıca ona göre davranmak farzdır); on yıllarca önce bir satır yazmıştır, bir nota karalamıştır, bir gol atmıştır, bir laf söylemiştir...
ben şahsen zamanında keşfedip, hayatımın içine alarak Camus'ye kendi açımdan minnet duyarım. herkes minnet duyduğunu kendi durduğu yerden tarifler biraz da. o, benim için Cezayirli kavruk çocuğun hayatla hesaplaşmasının, kendine bakarken bir yandan da dünyaya ve etrafına bakmanın sembolüdür. "saçma"nın nasıl hayata dair olduğunu bana öğreten adamdır. "Mutluluğun neye bağlı olduğunu aradığın sürece asla mutlu olamazsın. Hayatın anlamını arıyorsan asla yaşayamazsın." öyle uzun uzadıya felsefeye gerek yok; bu, bu kadar basittir işte. o taşın her seferinde aşağıya düşeceğini bile bile yukarıya çıkaracak, bundan mutlu olacaksın; bu kadar basit işte.
kafcamus'nün yarısı o, ona minnet borcum var. içtenlikle...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)