bir Osmanlı subayı olarak içine girmişliğin vardır herhalde, hiç yoksa bayramlaşmalarda; sağına soluna bakmışındır, fanilerin adım atamayacağı bir-iki odayı görmüş olman da ihtimal dahilinde. "padişahın kızıyla bir izdivaç..." aklından geçmemiş midir?
eğrisi doğrusu artık neyse ortamın sahiplerinin defterini dürmüşsün, bilmem kaç yıl sonra tekrar geliyorsun İstanbul'a; o vaktiyle ("muhtemelen" kaydını düşelim buraya da) kapısından subay olarak girdiğin üç katlı, 290'a yakın odalı, 50 civarı salonu olan, 60 küsur tuvaletli, 6 sultan görmüş yapıyı kendine mesken yapıyorsun... seçtiğin oda, padişahların kışlık oda olarak kullandıkları yer olsa da -"tavanı renkli kalem işi ile tezyinatlı olup ortada kristal bir plafonier yer almıştır, tavan etekleri akant yaprakları ile tezyinatlı olup duvarlar altın yaldız renkli kalem işi süslemelidir"- diğer odalara bakınca mütevazı, eyvallah...
Dolmabahçe Sarayı'ndaki o 290 odanın hepsini açtırmışsındır, içlerine tek tek bakmışsındır bence (obsesif kompülsif bozukluk sahibi olma ihtimalin de fazla). ama sarayı gezip gördüğümden beri aynı sorunun peşindeyim: saraya ilk geldiğinde ettiğin lafı biliyoruz da ("sekiz sene evvel mustarip, ağlayan İstanbul'dan kalbim sızlayarak çıktım. teşyi edenim [uğurlayanım] yoktu."), hamaseti bırak, o koskoca beyaz tül cibinlik altındaki küçük ceviz karyolada kafanı yastığa koyduğun ilk gün aklından neler geçti?
memleketin debelenip durduğu geriliminin yattığı yerlerden birisi işte tam da burada gibime geliyor zira...
ps. fotoğrafı da oradan ayarlayıp koydum zaten, etraflıca bakmak isteyen şöyle buyursun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder