30 Temmuz 2009

ruajta


çanta mühim. 1986'nın bir eylül günü olmalı necatibey caddesi'ndeki moda çanta'ya gidişimiz (tarihsel kesinlik okula kayıt zamanından geliyor. peki hâlâ durur mu ki yerinde moda çanta?). o mu olsun, bu mu olsun derken, gri-lacivert bir okul çantası, aşağılarında bir yerde bir köpeğin üzerinde "my best friend" yazıyor. sonra bir müddet TRT'nin 23 nisan'da verdiği çantalardan da kullandım diye hatırlıyorum.

belki de en sevdiğim çanta ama bir adidas'tı, mora çalan koyu lacivert, üzerinde muhtelif dillerde "orijinal" yazan. hangi şerefsizin yaptığını bugün hâlâ bilmem, üzerine atılmış üç-dört maket bıçağı izine rağmen yarenlik etti bana bir müddet. o izlerden usul usul tel tel açıldı gitti, o açıldıkça benim içim de acıdı. sonra zaten büyüdük, artistik puanımız arttı, çantaları fırlatıp koca dosyaların içine tıkıştırır olduk defteri kitabı. üniversitenin havası desen zaten kitabın elde taşınması, "bakın ben ne okuyorum"un gösterilmesi...

kendisine yazık olan bir çanta varsa, eso'nun aldığı avukat çantası kılıklı çantadır. staja giderken kullandık bir müddet evet ama o çantanın hakkı o değildi. yine eso'nun esasen ufak tefek şeyler koymak için dizayn edilen, katlanıp ufacık hale de gelebilen -sanırım bir kozmetik firmasının hediyesi- çantası ilk zamanlarında istanbul kahrımızı yüklendi. dayanamayıp, patlamasına, parçalanmasına rağmen vazgeçmedim kendisinden. sonra ortaya çıkan da sağolsun epey yükümüzü taşıdı.

çanta mühim. içine tıkıştırdıkların zamanla değişir, taşıyan beden zamanla değişir, taşıyan kafa zamanla değişir ama neticede içine tıkıştırdıkların çokça kendinsin. üstelik çantalar arasındaki kardeşlik bağı, üç-beş kendini bilmez dışında, sağlamdır; çünkü bir bayrak yarışının neferi olduklarını ucundan kıyısından bilir onlar. bayrağı arkasından gelene bırakan, önce upuzun bir nefes almaya çalışır, sonra uzaktan bayrağı verdiğini takip ederek içindeki boşluk duygusunu doldurmaya çalışır.

çanta mühim olduğundan, yenisinin adı "ruajta": gece rüyaya girip kendi kendine ad koyduran pek fazla çanta olamayacağından, kendisine duygusal bağımız yüksek olduğundan.

17 Temmuz 2009

gösteri toplumu

The spectacle presents itself as something enormously positive, indisputable and inaccessible. It says nothing more than “that which appears is good, that which is good appears". The attitude which it demands in principle is passive acceptance which in fact it already obtained by its manner of appearing without reply, by its monopoly of appearance.

(gösteri, kendini tartışılmaz ve erişilmez devasa bir olumluluk olarak sunar. görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür der, başka bir şey demez. ilkesel olarak talep ettiği tutum bu edilgen kabulleniştir ve ortaya çıkışına karşılık verenin olmaması ve görünüş üzeründeki tekeli ile aslında zaten bunu elde etmiştir.)


Guy Debord Gösteri Toplumu'nda bu kelamları ettiğinde sene 1967. üzerinden 42 sene geçmiş, gösteri almış yürümüş, artık damarlarımızda akar olmuş. neticede herkes yaptığını göstermek ister, bunu anlayabiliriz ucundan kıyısından: "bak şu yazdım, okusana", "bak şunu çaldım, dinlesene", "bak benden görüş istediler", "bak resmimi bastılar"... eyvallah. ama bir de bunu bir hayat tarzı haline getirmiş insan türü var; bilumum iletişim olanağında, bunun msn'i var, gtalk'ı var, facebook'u var, ıvırı var zıvırı var, "o işi de ben yaptım", "bugün de şuradayım", "oradan görüş istemeye geldiler, tersledim", "şu kanaldayım" tadında geziniyor (bu kadar açık göstermeye "yok artık" diyenler dolaylı olarak anlatıyorlar: "bilmem neye karşıyız. son yazımda da dediğim gibi yapmayın bunu.") hatta daha basılmamış kitabını cv'sine ekleyip "2010'da çıkacak" diyeni de gördük.

ak kaşıklık yapacak halimiz yok, hele böyle durumlarda en tehlikelisidir, bu haltı ben de yiyorum herhalde zaman zaman. ama yine de onlardan ayrıldığım bir yerler vardır diye umuyorum. öyle olsun istiyorum, çok.

09 Temmuz 2009

Huang He / Serik Derya / Sarı Irmak


"Sevgili Hildacık, Aleidacık, Camilo, Celia ve Ernesto

Eğer bu mektubu okumanız gerekirse bu, sizlerin arasında olmadığımdan olacaktır. Beni zar zor hatırlayacaksınız, en küçükleriniz ise hiç hatırlamayacaktır. Babanız düşündüğü gibi hareket eden bir adamdı ve kesinlikle inançlarına bağlıydı.

İyi bir devrimci olarak yetişin. Doğaya egemen olmayı olanak kılan tekniğe egemen olmak için çok çalışın. Devrimin önemli olduğunu ve bizlerin yalnız başımıza hiçbir değerimizin olmadığı hatırda tutun. Her şeyden önce de dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye karşı yapılan herhangi bir haksızlığı daima yüreğinizin en derin yerinde hissedebilin. Bu, bir devrimcinin en güzel niteliğidir. Sizi ufaklıklar, hep görmeyi umuyor ve kocaman kucaklıyorum.

Babanız"
(Che Guevara'nın çocuklarına son mektubu)


08 Temmuz 2009

selim paşa

milli güvenlik dersi denilen naneden aklımda kalanın "neden milli güvenlik dersi var? milli güvenlik dersi alan, sokakta yürürken gördüğü poşetlere tekme atmaz, poşetteki bombaysa bacağından, canından olmaz" diyen bodur, şişman emekli albay olması acayip değil tabii. zira tam da o bodur, şişman adam vesilesiyle ömrü hayatımda ilk defa operaya gitmiştim: sınavdan 100'ü al, opera biletini kap. "vayy bee" demiştik 4 kişi, "ne bonkör adam." o zaman 65 yaş üstüne operanın bedava olduğunu ancak biletlerin üstündeki damgadan bilecek kadar ilgiliydik.

adama minnetim yok; fazla fazla 2 sene sonra kendim giderdim zaten. ama Mozart'a minnetim çoktur, biliyorum. sabah kalkar kalmaz aklımda dönüp durmaya başlamasını iyi bir gün işareti olarak kabul ederim.

"Zu schön für unsere Ohren, und gewaltig viel Noten, lieber Mozart!"
"Gerade so viel als nötig, Euer Majestät"

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...