19 Aralık 2008
insanlar ve sözler
yaşadığı baskıyı soruyorlar adama, milyon dolarlık bir takımın başındayken, milyon dolarlık futbolcuları idare ederken, milyon dolarlık kupaların peşinden koşarken. "Baskı?" diyor, "Ne baskısı? Baskı fakir insanların ailelerini beslemek için çırpınırken yaşadığı bir duygudur. Güneşin doğuşundan, batışına kadar çalışıp çocuklarını beslemeleridir."
bazı insanları bazı sözleri söyledikleri için severiz, bazı sözleri de bazı insanlar söyledikleri için. bu ikisinin kesiştiği yerlerdir, hayatımıza çizdiğimiz yönü belirleyen çoğu zaman: insanlarımız ve sözlerimiz...
15 Aralık 2008
kaç numara?
"Irak'a beklenmedik bir ziyaret yapan ABD Başkanı Bush, Başbakan Nuri el Maliki'nin elini sıkarken öfkeli bir Iraklı gazetecinin ayakkabı saldırısına uğradı.
Maliki'nin şaşkın bakışları altında iki ayakkabısını da çıkarıp peş peşe Başkan'a fırlatan ve bir yandan da Bush'a ağır hakaretler yağdıran gazeteci, güvenlik güçleri tarafından hemen etkisiz hale getirilerek salondan çıkarıldı.
Eğilerek, başının hemen üzerinden geçen ayakkabılardan isabet almadan kurtulan Bush, saldırının kendisini etkilemediği belirtti ve esprili bir şekilde 'sadece ayakkabıların numarasının 10 olduğunu söyleyebilirim' diye konuştu..."
görmeyen çok şey kaçırır, o ayrı. ama sorulacak esas soru, bu ayakkabıların kaç numara olduğu şüphesiz!
ps. ayak topuyla alakası olmayan bir şeye "futbol" diyen bir milletin ölçü birimlerinin boktan olması da normal tabii. "10 numara" derken bizim buraların 44 numarası gibi bir şeyden söz ediyor. memleket medyasında kimsenin aklına bunu Avrupa ölçülerine çevirmek de gelmiyor o da ayrı.
yanlış anla-ma
bir sürü yanlış anlama bir sürü cinayete yol açmıyor mu? bir sürü yanlış anlama bir sürü başka yanlışlığa yol açmıyor mu? hayatta en berbat şeylerden birisi yanlış anlaşılmak değil mi? yanlış anlaşılarak ölüp giden, hayatı kayan bir sürü insanevladı yok mu ortalıkta?
paradoks kendi içinde biraz da; salimen dinlemesi gereken yanlış anlayanın standart tepkisi zaten yanlış anladığını dinlemeyi kesmek olunca, yanlış anlamaları ortadan kaldırmanın fazla da bir yolu kalmıyor.
burn after reading, bütün bütün yanlış anlamayla ilgili değil ama o saçma salak "no country for old men"den sonra "aferin ulen coen'ler" dedirten bi iş.
beri yandan ama işte Nina'sıyla, Pinta'sıyla, Santa Maria'sıyla Kolomb'un yanlış anlaması, keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmesiyle noktalandı...
paradoks kendi içinde biraz da; salimen dinlemesi gereken yanlış anlayanın standart tepkisi zaten yanlış anladığını dinlemeyi kesmek olunca, yanlış anlamaları ortadan kaldırmanın fazla da bir yolu kalmıyor.
burn after reading, bütün bütün yanlış anlamayla ilgili değil ama o saçma salak "no country for old men"den sonra "aferin ulen coen'ler" dedirten bi iş.
beri yandan ama işte Nina'sıyla, Pinta'sıyla, Santa Maria'sıyla Kolomb'un yanlış anlaması, keşfettiği yerin yeni bir kıta olduğunu anlayamadan ölmesiyle noktalandı...
05 Aralık 2008
"the man who sold the world"
kişisel gelişim kitaplarına hiç inanmam ben. zaten adında meymenet yok, "kişisel gelişim". geliştirilen kişiselliğin falan değil; bilgeliğin yollarını, daha "presentıbıl" bir insan olmayı anlatan metinlerin tamamı aslında "kendinizi nasıl daha iyi pazarlarsınız"dan ibaret. "kendini pazarlamak" ne önemli... kendini satmak ne de esaslı iş...
dünyanın kötü olmadığına kendimizi ikna etmek zor, tamam, ama en azından kendimizi pazarlamadan da manalı olmanın olanaklarını aramaktan vazgeçmemek lazım. o kötülüğe uymamak lazım. ille bi şey satmak gerekiyorsa da dünyanın anasını satmak lazım...
ps. nirvana versiyonu daha iyidir allah için ama bowie şarkısı ne de olsa....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)