30 Ekim 2007

"yat geliyorum" ya da "günler"

insan kendini fiziki yorgunluğa verince dünya daha güzel olmadığı gibi, boktanlığında da bir değişme olmuyor ama geceleri, becerebilirse, uyuyabildiği zamanı biraz daha arttırabiliyor. ama...

ben Tibet Ağırtan'ı ilk kez ne zaman duydum çok emin değilim. ama çok severim. "hayatta bu adamla bir şeyler yapmalı" dediklerimdendir (birisi de Kazım Koyuncu'ydu, öldü). Tibet'i yolda gördüm 3 defa. sonra kendime söz verdim, "bi daha görürsem gidip yanına merhaba diyeceğim" diye. dün gördüm ama gidemedim...

"kendine dikkat et" lafına verilecek en iyi cevaplardan birisi "sebep?", kuşkusuz...

27 Ekim 2007

that's all folks...

onca koli indirdikten, onca kitap dizdikten sonra katlanılmaz sırt ağrısının sadece fragman olduğunu bilemiyor bazen insan. bazen değil çoğunlukla da "kendimi anlatabildim" mi telaşesine düşüyor. oysa bundan vazgeçeli ne çok zaman olmuştu değil mi? neyse ama anladıklarını söylüyorlar...


"zafer'le hiç fotoğrafımız yok" diye düşünürken buldum bunu. ne zaman çekilmiş, muhabbet ne hiçbir fikrim yok. sadece okulun bahçesi işte. çok zaman önce ben de, zafer de, denizer de gülmüşüz. o kolumu zafer'e dolamak için kaldırmışım, dolamışımdır da ama fotoğraf böyle işte.

"...çatılarda kuşların her zamanki konukluğu
ansızın dönüyorum odama, odamda uçları eprimiş
bir halı ve acıları genç werther'in"


odasında kendini kemere asan Zafer 27 yaşında kaldı, ben ondan küçüktüm. ona önce yetiştim, sonra geçtim.
"...karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık

o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin

sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık!"


ya da ta 29 mart'ta, rüya gördüğünü sanana...

"bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
seher yeli, eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez, kimse bilmez"

22 Ekim 2007

iman atlayışı


insan hayatta bir şey olmayı seçer ya, bunun faydasız olduğunu gördüğü zamanlar da olur. faydasız derken, gereksiz değil; manasız (kendi içinde manalı ama kendi dışında manasız). halbuki mana peşinde koşarken bir şey olmayı seçersin. "iki yol var demiştin"; o olduğun şey olmaktan vazgeç ya da başka bir şey olmaya çalış o zaman...

ama insan mana peşinde koşarken sadece daha iyi, daha temiz bir insan olmayı, olabilmeyi düşündüğünden belki de manasız da gelse durduğu yerde durmaya devam eder. üstelik bunun sadece kendisini ilgilendiren bir mesele olduğunu da düşünerek. halbuki bazen sırf bunun için bile reveranslayıp terk etmek gerekir odayı; meseleler asla sadece seni ilgilendirmez.

tüm bunların üstünde, soğukkanlılığa dönersen, aslında her şeyin yolunu bulacak kadar zamana ihtiyacı olduğunu da kavrayabilirsin. nitekim iman atlayışı, zamana karşı ve aslında zamanı kırmak için yapılır. ve insan bazen durarak da atlayabilir. iman atlayışı için her durumda soğukkanlı olmak farzdır...

20 Ekim 2007

zidane'ın kıyısından dönmek


sahne: beyoğlu'nun arka sokakları, simurg kitabevi civarı.
vakit: gece.
cast: kafcamus (genç), bir tekerlekli araba sürücüsü.

elinde telefonla yürümekte olan gencin arkasından gelen, tekerlekli araba ittiren bir adam, "elinde telefon, çekilsene kenara, işimiz var, yavaş yavaş yürüyon" der. genç telefonla ilgilenmeye devam eder. herif söylenmeye devam edince "geç" der, gözlerini kısıp dudağını büzüp. herif "yürü beee, senle mi uğraşacam gece gece" deyince besmele çekip kavgadan önceki b modu olan taciz ve tahrik edici "ne diyon hocam sen" adamı moduna geçer (ayrıntılı bilgi için bkz. 22 Kasım), en alaycı ifadeyle: "ben kendimle uğraşamıyom ki sen nasıl uğraşacan?"

bunun üzerine bir ara sokağa doğru sapmaya meyleden herif, "lan yürü git" der. esas oğlan almak istediği pastan mesut, telefonunu cebine sokup, Materazzi'ye kafa atan Zidane kıvamında geriye döner: "ne vardı ya?" dediğini duyarız ama bunu "buyuralım bakalım" tadında söylemiştir. arabalı adama iyice yanaşır.

makbulü karşıdan gelecek tek bir laftan sonra girişmekken, "işte çekildik, gece gece kalbimi kırmaya değdi mi? buyur nereye gidiyorsan birlikte gidelim, ben de yardım edeyim" der, herifin sırtını sıvazlar. zira herifin sarhoş olduğunu anlamıştır. kalp kırmalı bir soru karşısında ambale olan herif, "yaa abi rica ederim yaa, sabahtan beri çalışıyorum ondan yane şey ettim" der. "tamam hadi yardım edecem buyur gidelim" diye üsteleyince gencimiz, "yok babam allah razı olsun, kusura bakma" dediğini duyarız.

"hayde o zaman" diye uzaklaşan genç, herifin mevzuyu "allah işini rast getirsin, allah ne muradın varsa versin"e bağlamasına şaşırsa mı "hadi bakalım inşallah" mı dese bilemez, ilerler...

15 Ekim 2007

pıt


bilgisayarı temizlerken karşıma çıkıverdi, ne güzel oldu. ben Ekim içinde sanıyordum, meğerse 2005'in 23 Eylül'üymüş. sonra Uygar bey kardeşimiz evlendi gitti, o kaldı (tabii "ne günlerdi, ne muhabbetlerdi" diyesi de geliyor insanın). halbuki pıt'ın eve gelişi, tam olarak alttaki diyalogla gerçekleşmiş, iki gün sonra gitmek üzerine kurulmuştu, günlerden bir cuma'ydı, balkonda falan değil gayet ortamımızda büyüdü...

en iyisi eve giderken aplaya yaş mama alalım, kendimize de bira falan... bu da tarihe bir not olsun...

[üstteki o zamandan (hem de Uygar'lı), alttaki bu zamandan...]

uygar:
buyur genç

ernesto:
hah cuanim

ernesto:
napan

ernesto:
iyi misin nasılsın

ernesto:
gerçekten çok muhterem bir kişisin sen yav

uygar:
dışardaydım

ernesto:
söylemiş miydim daha önce

uygar:
ıyıyım cok şükür

ernesto:
aman aman allah iyilik versin

uygar:
nooldu ki?

ernesto:
güzellik versin

ernesto:
başımızdan eksik etmesin

uygar:
ne istiyuon?

ernesto:
eeee

ernesto:
şey

uygar:
amen

ernesto:
şimdi şöyle izah edeyimmm

uygar:
biri mi geliyo?

uygar:
gideyim mi?

ernesto:
hatırlar mısın istanbul'a geldiğimiz ilk günleri...

ernesto:
ehhhh, öyle de denebilir

ernesto:
de gitmene gerek yok

ernesto:
nasıl da zekisin yaaa

ernesto:
seni afacan

ernesto:
neyseeee

ernesto:
hani kalacak yerimiz yoktu

ernesto:
hani elele büyütttük sevgiyi

ernesto:
bildin mi

ernesto:
işte şimdi de birinin bize ihtiyacı var desem

uygar:
bildim

ernesto:
bize

ernesto:
bizim sıcaklığımıza

ernesto:
daha ziyade senin güzelliğine

ernesto:
o iri cüssenin altında taşıdığın altın kalbine

ernesto:
eeee şeyyyyy

ernesto:
abeee

ernesto:
geldin mi kıvama

uygar:
ne var ne

uygar:
kız mı erkek mi?

ernesto:
abee ama neden celal yaptın yav

ernesto:
kız

uygar:
kızsa arkadaşı var mı?

ernesto:
üüü olmaz mı abe ya

ernesto:
yannız abeee bunlarda 4 ayak oluyor abe

ernesto:
bilmem annatabildim mi abe

ernesto:
abeee şimdi şöyle izah edeyim

uygar:
lan olum

uygar:
insana muhtacız lan biz insana

ernesto:
abe bi saniye abe

ernesto:
izah edeyim abe

uygar:
hayvan bize ne kadar muhtac olabilir

ernesto:
duyaaaamıyoruummmmmm

ernesto:
yoookkkk atlayamayacam bennnn

uygar size bir Titreşim gönderdi!


ernesto:
hah titredim de kendime geldim

ernesto:
abe şimdik bir kedi var burada, kendisi haftasonu eve muhtaç, 2 gün idare şey edebilir miyiz aceba

ernesto:
pek uslu pek sevimli bi şey yav

ernesto:
böleeee sarı-beyaz-siyah renkli

ernesto:
güzel gözlü

uygar:
iki gunse buyursun hacı

ernesto:
tırmalamayan

ernesto:
vayyyy beeeeaaaa

ernesto:
abe insanmışın sen beeeaa

uygar:
ama devmlı suretle acıkcası gereksız ama

uygar:
ille istersen sureklı de olur anasını satiim

uygar:
ama

ernesto:
abeeeee

uygar:
eğert çokkk istersen

ernesto:
sen insan deeeel melekmişin abe yaa

ernesto:
abe bi bakalım 2 gün

ernesto:
sonrasını sonra şey ederiz

ernesto:
he mi yane abe şimdi

ernesto:
vaftiz babası olcan mı abe

ernesto:
kabul ediyon mu yane

uygar:
gelsin olum

uygar:
balkon boş

ernesto:
teyytttt beeeaa

abemsin

ernesto:
öperem abe

ben gideyim neşeli haberi vereyim kendisine

09 Ekim 2007

ernestito



Ernesto Che Guevara 9 Ekim 1967 günü öldü. 39 yaşındaydı...

08 Ekim 2007

trachea


üst solunum yolları enfeksiyonları nefes almayı zorlaştırır. bu durumda, sonra "boğazım yandı" demeyeceksen tabii, nefes almak için boğaz kesilebilir (Şafilerde bıçağı atlas kemiğinin tam üstüne vurmak gerekir). ya da, sonra "böyle hemen hiç nefes alamıyorum" demeyeceksen tabii, nefes borusu boğazdan kavranıp dışarıya çıkarılabilir (dikkat: "boğazlamak" boğazını sıkarak öldürmek değil, boğazını keserek öldürmektir).

insan hayatta nefes borusu kıymeti verdiği şeyleri enfeksiyondan korumalı, kesmeden önce sakin olmayı bilmeli, çıkarmadan önce sonuçları öngörmeye çalışmalıdır. nefes borularımızı muhafaza ve müdafa etmek, sanıldığı kadar kolay da olmayabilir...

02 Ekim 2007

mahallenin en güzel kızı



rivayet odur ki, mahallenin en güzel kızlarındanmış, sonra birini sevmiş, evi terk etmiş, sonra... sonrası yok. çoklukla Nenehatun'la Esat'ın kesiştiği civarlarda olan o apla, kendi kendine konuşur da ne dediğini anlamazsın, kulağını dibine soksan da anlamazsın. bu, böyledir. yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer onun için de.

ben oralardan her geçişimde onu arardım, bir gün bulamayacağımı da bilerek. en son ne zaman gördüm onu da hatırlamıyorum. zaten İlker de artık orada oturmuyor. hâlâ yaşıyor mu? hâlâ sadece kendine anlatıyor mu?

ama onun "kardeşi" işte, İstanbul'da evin civarında geziniyor; üzerinde incecik geceliği Sofu Baba denilen acayip yatırın önündeki kaldırımda sigara içiyordu sabah, usul usul. kendi kendine konuşuyordu. ben, ne dediğini anlamıyordum. yine...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...