insan kendini fiziki yorgunluğa verince dünya daha güzel olmadığı gibi, boktanlığında da bir değişme olmuyor ama geceleri, becerebilirse, uyuyabildiği zamanı biraz daha arttırabiliyor. ama...
ben Tibet Ağırtan'ı ilk kez ne zaman duydum çok emin değilim. ama çok severim. "hayatta bu adamla bir şeyler yapmalı" dediklerimdendir (birisi de Kazım Koyuncu'ydu, öldü). Tibet'i yolda gördüm 3 defa. sonra kendime söz verdim, "bi daha görürsem gidip yanına merhaba diyeceğim" diye. dün gördüm ama gidemedim...
"kendine dikkat et" lafına verilecek en iyi cevaplardan birisi "sebep?", kuşkusuz...
30 Ekim 2007
27 Ekim 2007
that's all folks...
onca koli indirdikten, onca kitap dizdikten sonra katlanılmaz sırt ağrısının sadece fragman olduğunu bilemiyor bazen insan. bazen değil çoğunlukla da "kendimi anlatabildim" mi telaşesine düşüyor. oysa bundan vazgeçeli ne çok zaman olmuştu değil mi? neyse ama anladıklarını söylüyorlar...
"zafer'le hiç fotoğrafımız yok" diye düşünürken buldum bunu. ne zaman çekilmiş, muhabbet ne hiçbir fikrim yok. sadece okulun bahçesi işte. çok zaman önce ben de, zafer de, denizer de gülmüşüz. o kolumu zafer'e dolamak için kaldırmışım, dolamışımdır da ama fotoğraf böyle işte.
odasında kendini kemere asan Zafer 27 yaşında kaldı, ben ondan küçüktüm. ona önce yetiştim, sonra geçtim.
ya da ta 29 mart'ta, rüya gördüğünü sanana...
"zafer'le hiç fotoğrafımız yok" diye düşünürken buldum bunu. ne zaman çekilmiş, muhabbet ne hiçbir fikrim yok. sadece okulun bahçesi işte. çok zaman önce ben de, zafer de, denizer de gülmüşüz. o kolumu zafer'e dolamak için kaldırmışım, dolamışımdır da ama fotoğraf böyle işte.
"...çatılarda kuşların her zamanki konukluğu
ansızın dönüyorum odama, odamda uçları eprimiş
bir halı ve acıları genç werther'in"
odasında kendini kemere asan Zafer 27 yaşında kaldı, ben ondan küçüktüm. ona önce yetiştim, sonra geçtim.
"...karşıdan karşıya geçerken
eli bırakılan çocuklardık
o insan kalabalığındaki
son gülümsemesiydi annemizin
sonra hangi tarafa geçsek karşıda kaldık!"
ya da ta 29 mart'ta, rüya gördüğünü sanana...
"bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
seher yeli, eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez, kimse bilmez"
22 Ekim 2007
iman atlayışı
insan hayatta bir şey olmayı seçer ya, bunun faydasız olduğunu gördüğü zamanlar da olur. faydasız derken, gereksiz değil; manasız (kendi içinde manalı ama kendi dışında manasız). halbuki mana peşinde koşarken bir şey olmayı seçersin. "iki yol var demiştin"; o olduğun şey olmaktan vazgeç ya da başka bir şey olmaya çalış o zaman...
ama insan mana peşinde koşarken sadece daha iyi, daha temiz bir insan olmayı, olabilmeyi düşündüğünden belki de manasız da gelse durduğu yerde durmaya devam eder. üstelik bunun sadece kendisini ilgilendiren bir mesele olduğunu da düşünerek. halbuki bazen sırf bunun için bile reveranslayıp terk etmek gerekir odayı; meseleler asla sadece seni ilgilendirmez.
tüm bunların üstünde, soğukkanlılığa dönersen, aslında her şeyin yolunu bulacak kadar zamana ihtiyacı olduğunu da kavrayabilirsin. nitekim iman atlayışı, zamana karşı ve aslında zamanı kırmak için yapılır. ve insan bazen durarak da atlayabilir. iman atlayışı için her durumda soğukkanlı olmak farzdır...
20 Ekim 2007
zidane'ın kıyısından dönmek
sahne: beyoğlu'nun arka sokakları, simurg kitabevi civarı.
vakit: gece.
cast: kafcamus (genç), bir tekerlekli araba sürücüsü.
elinde telefonla yürümekte olan gencin arkasından gelen, tekerlekli araba ittiren bir adam, "elinde telefon, çekilsene kenara, işimiz var, yavaş yavaş yürüyon" der. genç telefonla ilgilenmeye devam eder. herif söylenmeye devam edince "geç" der, gözlerini kısıp dudağını büzüp. herif "yürü beee, senle mi uğraşacam gece gece" deyince besmele çekip kavgadan önceki b modu olan taciz ve tahrik edici "ne diyon hocam sen" adamı moduna geçer (ayrıntılı bilgi için bkz. 22 Kasım), en alaycı ifadeyle: "ben kendimle uğraşamıyom ki sen nasıl uğraşacan?"
bunun üzerine bir ara sokağa doğru sapmaya meyleden herif, "lan yürü git" der. esas oğlan almak istediği pastan mesut, telefonunu cebine sokup, Materazzi'ye kafa atan Zidane kıvamında geriye döner: "ne vardı ya?" dediğini duyarız ama bunu "buyuralım bakalım" tadında söylemiştir. arabalı adama iyice yanaşır.
makbulü karşıdan gelecek tek bir laftan sonra girişmekken, "işte çekildik, gece gece kalbimi kırmaya değdi mi? buyur nereye gidiyorsan birlikte gidelim, ben de yardım edeyim" der, herifin sırtını sıvazlar. zira herifin sarhoş olduğunu anlamıştır. kalp kırmalı bir soru karşısında ambale olan herif, "yaa abi rica ederim yaa, sabahtan beri çalışıyorum ondan yane şey ettim" der. "tamam hadi yardım edecem buyur gidelim" diye üsteleyince gencimiz, "yok babam allah razı olsun, kusura bakma" dediğini duyarız.
"hayde o zaman" diye uzaklaşan genç, herifin mevzuyu "allah işini rast getirsin, allah ne muradın varsa versin"e bağlamasına şaşırsa mı "hadi bakalım inşallah" mı dese bilemez, ilerler...
15 Ekim 2007
pıt
bilgisayarı temizlerken karşıma çıkıverdi, ne güzel oldu. ben Ekim içinde sanıyordum, meğerse 2005'in 23 Eylül'üymüş. sonra Uygar bey kardeşimiz evlendi gitti, o kaldı (tabii "ne günlerdi, ne muhabbetlerdi" diyesi de geliyor insanın). halbuki pıt'ın eve gelişi, tam olarak alttaki diyalogla gerçekleşmiş, iki gün sonra gitmek üzerine kurulmuştu, günlerden bir cuma'ydı, balkonda falan değil gayet ortamımızda büyüdü...
en iyisi eve giderken aplaya yaş mama alalım, kendimize de bira falan... bu da tarihe bir not olsun...
[üstteki o zamandan (hem de Uygar'lı), alttaki bu zamandan...]
uygar:
buyur genç
ernesto:
hah cuanim
ernesto:
napan
ernesto:
iyi misin nasılsın
ernesto:
gerçekten çok muhterem bir kişisin sen yav
uygar:
dışardaydım
ernesto:
söylemiş miydim daha önce
uygar:
ıyıyım cok şükür
ernesto:
aman aman allah iyilik versin
uygar:
nooldu ki?
ernesto:
güzellik versin
ernesto:
başımızdan eksik etmesin
uygar:
ne istiyuon?
ernesto:
eeee
ernesto:
şey
uygar:
amen
ernesto:
şimdi şöyle izah edeyimmm
uygar:
biri mi geliyo?
uygar:
gideyim mi?
ernesto:
hatırlar mısın istanbul'a geldiğimiz ilk günleri...
ernesto:
ehhhh, öyle de denebilir
ernesto:
de gitmene gerek yok
ernesto:
nasıl da zekisin yaaa
ernesto:
seni afacan
ernesto:
neyseeee
ernesto:
hani kalacak yerimiz yoktu
ernesto:
hani elele büyütttük sevgiyi
ernesto:
bildin mi
ernesto:
işte şimdi de birinin bize ihtiyacı var desem
uygar:
bildim
ernesto:
bize
ernesto:
bizim sıcaklığımıza
ernesto:
daha ziyade senin güzelliğine
ernesto:
o iri cüssenin altında taşıdığın altın kalbine
ernesto:
eeee şeyyyyy
ernesto:
abeee
ernesto:
geldin mi kıvama
uygar:
ne var ne
uygar:
kız mı erkek mi?
ernesto:
abee ama neden celal yaptın yav
ernesto:
kız
uygar:
kızsa arkadaşı var mı?
ernesto:
üüü olmaz mı abe ya
ernesto:
yannız abeee bunlarda 4 ayak oluyor abe
ernesto:
bilmem annatabildim mi abe
ernesto:
abeee şimdi şöyle izah edeyim
uygar:
lan olum
uygar:
insana muhtacız lan biz insana
ernesto:
abe bi saniye abe
ernesto:
izah edeyim abe
uygar:
hayvan bize ne kadar muhtac olabilir
ernesto:
duyaaaamıyoruummmmmm
ernesto:
yoookkkk atlayamayacam bennnn
uygar size bir Titreşim gönderdi!
ernesto:
hah titredim de kendime geldim
ernesto:
abe şimdik bir kedi var burada, kendisi haftasonu eve muhtaç, 2 gün idare şey edebilir miyiz aceba
ernesto:
pek uslu pek sevimli bi şey yav
ernesto:
böleeee sarı-beyaz-siyah renkli
ernesto:
güzel gözlü
uygar:
iki gunse buyursun hacı
ernesto:
tırmalamayan
ernesto:
vayyyy beeeeaaaa
ernesto:
abe insanmışın sen beeeaa
uygar:
ama devmlı suretle acıkcası gereksız ama
uygar:
ille istersen sureklı de olur anasını satiim
uygar:
ama
ernesto:
abeeeee
uygar:
eğert çokkk istersen
ernesto:
sen insan deeeel melekmişin abe yaa
ernesto:
abe bi bakalım 2 gün
ernesto:
sonrasını sonra şey ederiz
ernesto:
he mi yane abe şimdi
ernesto:
vaftiz babası olcan mı abe
ernesto:
kabul ediyon mu yane
uygar:
gelsin olum
uygar:
balkon boş
ernesto:
teyytttt beeeaa
abemsin
ernesto:
öperem abe
ben gideyim neşeli haberi vereyim kendisine
09 Ekim 2007
08 Ekim 2007
trachea
üst solunum yolları enfeksiyonları nefes almayı zorlaştırır. bu durumda, sonra "boğazım yandı" demeyeceksen tabii, nefes almak için boğaz kesilebilir (Şafilerde bıçağı atlas kemiğinin tam üstüne vurmak gerekir). ya da, sonra "böyle hemen hiç nefes alamıyorum" demeyeceksen tabii, nefes borusu boğazdan kavranıp dışarıya çıkarılabilir (dikkat: "boğazlamak" boğazını sıkarak öldürmek değil, boğazını keserek öldürmektir).
insan hayatta nefes borusu kıymeti verdiği şeyleri enfeksiyondan korumalı, kesmeden önce sakin olmayı bilmeli, çıkarmadan önce sonuçları öngörmeye çalışmalıdır. nefes borularımızı muhafaza ve müdafa etmek, sanıldığı kadar kolay da olmayabilir...
02 Ekim 2007
mahallenin en güzel kızı
rivayet odur ki, mahallenin en güzel kızlarındanmış, sonra birini sevmiş, evi terk etmiş, sonra... sonrası yok. çoklukla Nenehatun'la Esat'ın kesiştiği civarlarda olan o apla, kendi kendine konuşur da ne dediğini anlamazsın, kulağını dibine soksan da anlamazsın. bu, böyledir. yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer onun için de.
ben oralardan her geçişimde onu arardım, bir gün bulamayacağımı da bilerek. en son ne zaman gördüm onu da hatırlamıyorum. zaten İlker de artık orada oturmuyor. hâlâ yaşıyor mu? hâlâ sadece kendine anlatıyor mu?
ama onun "kardeşi" işte, İstanbul'da evin civarında geziniyor; üzerinde incecik geceliği Sofu Baba denilen acayip yatırın önündeki kaldırımda sigara içiyordu sabah, usul usul. kendi kendine konuşuyordu. ben, ne dediğini anlamıyordum. yine...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)