17 Mayıs 2007

sisifos

insan durduk yerden mi yuvarlanıyor "saçma"nın içine?

"Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu yaşamın bir anlamı olurdu, daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya olurdum, oysa şimdi tüm yakınlık gereksinimimle onun karşısındayım. Öylesine önemsiz olan bu us, işte beni tüm evrenin karşıtı yapan bu. Bir kalemde yadsıyamam onu. (...) demek onu sürdürmek istiyorsam, her zaman yenilenen, her zaman gergin ve kesintisiz bir bilinçle sürdürebilirim.(...) Umut etmeyi bırakmasını öğrendi."

"hayat güzel" zırvalığından söz etmiyorum ama yine der ya adamımız, Sisifos'u mutlu tasavvur etmek gerekir. yorgun olduğu da kesin tabii...

17 yorum:

Adsız dedi ki...

camus'nün sevgili (saygılı demek istiyorum, saygıdeğer değil, sevgideğer olmadığı gibi, birarada'yı ayrı yazmak kadar saçma-böylece hem size kafcamus hem de galya seferinde saçma sekerlerini nevale torbalarına yükleyen asteriks'le hopdediks'e selam-), aristo'yu okumamış,veya eski yunan'dan bihaber olma ihtimali yok herhalde di mi... bunu düşünürüm ben... onların tiyatroda yaptıkları da buydu, seyirci oyunun içindedir, ona dahildir. sanatın ve izleyicinin ayrılması daha sonraları vuku bulur, birlestirmeye calismiyor muyuz, baska konu... yani sisi de en az bir kedi bir ağaç kadar dünyaya ait, ne eksik ne fazla, üstyaratıklık taslamanın alemi ne? dünyayla insanın arasına ne giriyor, us bunu nasıl olur da engelleyemiyor? iktidar? bir de bunu sorarım ben..
c.

Adsız dedi ki...

Yaşamak herşeye rağmen güzel ve anlamlı... Ömür boyu bir kayayı itmekten çok kötüsü de olabilirdi... Kayayla beraber yuvarlanmaktansa kayanın yuvarlanışını her seferinde izleyebilmek de fena sayılmaz...

ne yapıyorsunuz bu arada?
çok ara verdiniz?

a.a.

kafcamus dedi ki...

kıymetli c., (birleşik okunacak)

yine o. defterler 3:
"yeğlediğim on sözcük sorusuna yanıt: Dünya, acı, toprak, anne, insanlar, çöl, onur, yoksulluk, yaz, deniz."

belki hiçbir şeye cevap, belki her şeye.

unutmazsam, bu "yeğlediğim on sözcük"ü bir gün biz de girelim.

kafcamus dedi ki...

ara veren ben miyim siz misiniz yahu... bizimkisi biraz işler güçler. ama burayı kat'a unutmuyoruz.

yaşamanın güzel ve anlamlı olduğu konusunda ise yaşamamanın nasıl oldığunu bilmediğimden yanıt vermemeyi tercih edeyim şimdilik:)

size de Kafka desin yine de:
"Düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hala gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur."

Adsız dedi ki...

ilk konuşmaya başladığım zaman yeğlediğim iki sözcük varmış, bizimkiler öyle diyor daha doğrusu: "nein" ve "eis"! aslında neyi istemediğimi ve neye tutkun olduğumu anlatmama yaramış ve herhalde sözkonusu dönemde hayatımı oldukça kolaylaştırmış olmalılar. şimdiyse kullandığım binlercesi arasından on sözcük seçmem gerekiyor. bunlar elbette sesleri sebebiyle değil, çünkü sadece sesi beni büyüleyen sözcükler de var, ornitorenk gibi. ya da "can", küçük can'dan bağımsız olarak, öyle zengin bir sözcük ki, ingilizcede ya da fransızcada tam bir karşılığı yok, olsa olsa almanca bu derde derman olabilir, siz daha iyi bilirsiniz tabii. yan ürünleri: can-ı gönülden, canhıraş, canını acıtmak, canım, cana yakın, canı sıkılmak... istenen bu da değil... bu ne çene düşüklüğü derseniz işten kaçmanın eğlenceli bir yolunu bulmama verin, bir de L'Auberge Espagnole'u az önce tekrar seyretmiş olmama. Barselona'da geçen, Erasmus bursunu kazanmış ve herbiri farklı ülkelerden gelen, aynı evde kalan bir grup gencin hikayesi. Özellikle de filmin sonunda bir yıllık bursunu doldurmuş olan Xavier'nin bir barda verilen veda gecesi sahnesi. Öyle bildik ve iyi gelen bir duygu ki bu. Hayatın içinde öyle ya da böyle bir parantez açılır, heyecanlıdır çünkü bu paranteze nelerin dahil olabileceği hakkinda hiçbir fikriniz yoktur. Kapatma vakti geldiğinde bir doymuşluk vardır, sepetiniz doludur, onu alıp eve gitmenin vakti gelmiştir. Filmde bundan da iyisi -son derece sıradan ve neredeyse bazen beylik bile olabilen bu naif filmi böylesine sevmemin nedenlerinden biri de yani- en sonunda bir devlet dairesinde çalışmaya başlayan Xavier'nin (ki zaten bunun için çabalamaktadır onca yıldır, prestijli bir iştir sözkonusu olan) işe başladığı gün oradan ayrılması ve aslında çocukluğundan beri asıl isteği olan yazı yazmaya karar vermesi tabii. Daireden çıkışı ve sokağa fırlayarak koşmaya başlaması da beni coşturur. Onunla beraber, ben de koltuktan fırlar, evin içinde çılgınlar gibi dans etmeye başlarım. Bir genelleme yapabiliyorum, en azından iki seferdir böyle gelişiyor olaylar. Bunca laftan sonra yeğlediğim on sözcüğü sıralamak zor olacak, hafif şizofrenik, ki ben bununla da barıştım:
hafiflik, adalet, gökyüzü, dil, özgürlük, zaman (tüm göreceliliğiyle), kar (Rus yazgıcılığı), değer, okyanus, yol. 10+1 hakkım varsa (ki en önemlisi belki de): dayı. Hayatta ilk kaybettiğim ve en kaybetmek istemediğim kişi. Kaldı ki diğer tüm sözcükleri bana yazdıran da o.
vaktinizi aldım, kusura bakmayın.
c.

kafcamus dedi ki...

değerli c.,

barcelona'da simit sarayı açma fikrimi muhafaza ve müdafa ediyorum. belki bunu da yazmalıyım ki belki bir müteşebbisin ilgisini çeker.

dediğiniz filmi izlemek de farz oldu tabii o ayrı.

Adsız dedi ki...

Galiba haklısınız ikimiz de ara verdik... Siz yeni şeyler yazmayınca ben de gelip okuduklarımı ya bir kez daha okuyup, ya kitap listenize şöyle bir göz gezdirip gidiyorum. Yorum yazacak yeni birşey olmayınca da fazladan gevezelik edip zamanınızı almak istemiyorum. Belli ki bir kayayı itmekle fazlaca meşgulsunuz...

Saçmalığın farkında olmak, kayanın her düşüşünde içinde olduğun düşkünlüğe dışardan bakabilmek...

Pek Sevgili Kafcamus,
Saçmanın farkındalığı... Yaşamın beyhudeliğini anlamak ne garip değil mi? Hayat boş... Hepimizin birer kayası var, ittiriyoruz. Sanki kayayı tepeye çıkarsak ne olacak?

Aklınıza nereden geldi bu Sisifos?

a.a.

Adsız dedi ki...

http://blog.abusemagazine.com/wp-content/images/sisifo.JPG

havalı bir fotoğraf

a.a.

kafcamus dedi ki...

değerli a.a.,

ne kadar sadık bir okursunuz, yüce rabbim herkese nasip etsin. teşekkür ederim sahiden.

"kitabi"nin en üstü okumakta olduğum kitabı gösteriyor, yani "iş"ten bağımsız olarak. aslında onlar için de ayrı bir ortam yapmayı başarsak, orada da onları konuşsak ne güzel olur. lakin tabii nerde bende o html bilgisi. her neyse...

"hayat boş süper fm'le coş" diye bağlamak yakışır bunu da madem...

Friedrich Camus dedi ki...

Bu dünyanın bir parçası olmayı reddedip, bir parça olmak konusunda ısrar edenleri de zorla kendi istikametinde sürükleyen insanlar dolayısıyladır ki; şu dünyada bir kedi veya köpek olmak insan olmaktan daha evladır.
Sokaktaki uyuz köpekten ne gibi bir üstünlüğümüz olabilir ki? İşte insan üstün olduğu kanısına vardığından beri en aşağıya sürüklendi.
Halbuki yaşamın basit bir parçası olmayı kabul etseydik, diğer türler gibi dünyaya yararlı olabilirdik. İşte o zaman içine yuvarlandığımız "saçma" dan çıkar, Camus'yü de unutup giderdik.

"Şimdi nereden çıktı bu herif? Niye saçmalıyor?" diyebilirsiniz :) 'Saçma'yı yorumlama şeklimden ötürü olabilir bu saçmalamalarım.

Selam edeyim, gideyim.

kafcamus dedi ki...

azizim f.c.,

evvela, selamınızı aldık, mukabele ettik...

saniyen, bu dünyayla bir olma haline dair; ben zeeeenci olmayı denedim, hala da deniyorum lakin onun için biraz asabi kaçıyorum. bunu derim...

salisen, Camus'yü unutmanın kendisi de saçma olurdu ama o ayrı...

Friedrich Camus dedi ki...

(Yahu bu blogger hatalarından gına geldi, neyse.)

Birincil cevab-ı mukabele şudur ki:
Dünya ile bir olma hali der iken; var olan ekolojik düzende kendine düşen görevden kaçmama durumundan bahsettim. Hani şu büyük sanayi devrimimiz olmasaydı da kendi yaşam alanımızda kalsaydık. Antiloplar kendi bölgelerinde, kartallar kendi bölgelerinde, aslanlar, börtü böcek vs. kendi bölgelerinde yaşasaydı da diğer türler gibi dünyaya yararlı olsaydık. Her yerde insan izi olmasaydı. Bahsedilen konu budur. Irk ayrımını atlayıp bir sonraki konuya geçmiştim.

İkincil cevab-ı mukabele ise şudur ki:

Kelime oyununa kaçmışım, şimdi farkettim. Şöyle yazdım: "İşte o zaman içine yuvarlandığımız "saçma" dan çıkar, Camus'yü de unutup giderdik"
Burada, şampiyonluğa 2 maç kala; birini kazandıktan sonra daha zorlu ve daha zevkli olan bir diğerine geçişten bahsediliyor. Hani "Bu maçı kazandık, önümüzdeki maçlara bakıyoruz." durumu var ya; tam olarak o. Hatta şimdi uydurduğum berbat bir kategorizasyon da yapayım izninizle:

1 - İlk Çağ Saçması
2 - Orta Çağ Saçması
3 - Şu anda Sisifos diyerekten dilimizdeki son tüyü de güdükleştirdiğimiz konu.
4 - Gelecekteki Saçma.

İlk ikisini geçirdik. Hepimiz o meşhur maden devirlerini biliyoruz; hepimiz engizisyonu, şeriatı ve benzerlerini biliyoruz. Ancak hiç kimse o devirlere geri dönmüyor. Gelecekteki saçma, şu anda içine sürüklendiğimizden çok daha farklı olacak. İnsanlık ya kendi doğasını kabullenip ekolojik sistem içerisinde kendini doğaya teslim edecek; ya da daha fazla sanayileşerek doğanın mahrem bölgelerine sağlı sollu bindirmeler yapacak. İşte o zaman yine isteyen herkes Camus'yü okuyacak. Ancak içinde bulunulan Saçma ondan çok farklı olacak. Şu anda Sokrates'i, Platon'u vs. okuduğumuzda ne hissediyorsak, o zaman da Camus okunduğunda o hissedilecek. Burada bahsedilen unutma kavramı, eylemsel bağlamda unutmaktır
Yoksa bu fikir alışverişine giren insanların hiç biri Camus'yü unutmayacak zaten.

Eh, öğle vaktinde ancak bu kadar baş ağrıtılabiliyor.

kafcamus dedi ki...

aman azizim, yanlış anlama olmasın zeeenci derken ırkı kastetmedik zaten, bunu kastettik. o kadar çok e'nin sebebi karışmasın diye netekim...

uzun açıklama için de ayrıca şükranlarımızı sunuyoruz.

Friedrich Camus dedi ki...

Yanlış anlaşılmadaki rolüm için özür dileyim o halde. Ancak sonuçta o açıklama "Çarşı her şeye karşı" hesabı ona da gidiyor. Eheh.

Şükranlarınıza mukabele ettim.

Adsız dedi ki...

bilemiyorum blog adabına uyar mı ama f.c.nin yazdıklarını okuyunca yine bir kendini tutamamazlık geldi, olsa demiştim ki kendime, "yazma, en azından bu kadar uzun yazma", olmuyor bazen demek..
"tür" işte gerçekten önemli olan kelime bu sanırım. insan bir tür olduğunu düşünmeden yaşıyordu tıpkı karıncalar, dinazorlar gibi.. sonra ne oldu türlerin ayırdına vardı ve kategorizasyona başladı. kendini de tam da "bu"nu yapabildiği için en yukarıya hatta (iyinin ve kötünün!)türlerin ötesine koydu. oysa artık gelinen şu noktada "sıradan" türlüğünü tekrar kabul edip ona göre davranması gerekiyor. bu cidden enteresan olacak, çünkü ekolojik dengeyi kurtarmanın artık başka yolu yok. f.c.'nin de buyurduğu gibi. belki de doğal akış buydu, kaçınılmaz sonuç.. saçma da böylece şu an bile camus'nün saçması gibi değil. yani değişim zaten başladı. varoluşsal sorun dünyanın doğasına ait değil, artık en azından bunu fark edebiliyoruz, yapay bir durum, insanın yarattığı ve yine üstün-öte olmasını haklı çıkarmaya yarayan bir plastik oyuncak. yani doğada bir kaplanın ölmesinin anlamı ile bir insanın ölmesinin anlamını karşılaştırdığımızda, takınılan tavrın gerçekten kendini beğenmişlikten öteye gidemeyeceğini anlayabiliriz. öte yandan "saçma"nın içinde kendini bulan insanın da aslında bulmayanlara -iyice kendini kapıp koyvermişlere diyeceğim kusura bakmayın- oranla doğal-primitif yapıya daha yatkın oldukları da göz önünde tutulmalı tabii. zira bu hal, zaten insanın "tür"lere karşı takındığı tavrı garipsemekten ve çıkış noktası aramaktan geçiyor. itirazın başlangıcı bir nevi. bunun içinde kaybolmaktan ziyade gösterdiği açık kapının ışığına ulaşmalıyız kaba tabiriyle. biraz dramatik olacak ama bu bunalmadan ziyade olsa olsa aydınlanma olur. tam bu noktada kafcamus'ye içten tesekkurlerimi bir kere daha sunmalıyım sanırım, bir zaman önce bana canetti'nin "kitle ve iktidar"ını okumamı tavsiye etmeseydi bu kadar netleşmeyecekti her şey, en azından benim açımdan.
c.

Friedrich Camus dedi ki...

--Dikkat, Uzun bir saçmalık konvoyudur.--

Hadi biraz daha abartalım. Bir de kalbi kadar temiz bu blog'u bizlere armağan ettiği için sevgili kafcamus'ye teşekkür edelim.

Madem, olayı bir şekilde sisifos'tan ekolojik dönüşüme getirdik, oradan da c. yazısında iyinin ve kötünün ötesine gitti, oradan döndü kitle ve iktidar'da durdu. Ben biraz anarşistlik yapayım şimdi. (Sadece link vereceğim. Yanlış anlaşılmasın.)

Şu deli Nietzsche'nin ve onun kadar şanslı olmayan tüm nihilistlerin ahlak/iyi-kötü reddine karşılık Kropotkin'in yazdığı Anarşist Etik adında bir kitap vardır ki, 75 sayfada tüm türlerde doğal bir şekilde bulunan ahlakı ortaya çıkarır. Hatta işi abartır ve "İnsanda ahlak duygusu, koku ve dokunma duyusu gibi doğal bir yetenektir." der.

Neyse oradan bir de Kitle ve İktidar lafı çıkmış ki; o kitapta tüm çıkarımlardan sonra şöyle de bir sonuç çıkarılıyordu yanlış hatırlamıyorsam: "İnsan iktidar isteği ile tanrının kıyamet tehdidini çağırmıştır. Ölüme karşı direnmenin yolu emre karşı koymak ve yaratmaktır."
(Sisifos yorumları nereye geldi, farkettim de)

Neyse, ben burada şöyle bir karşı çıkış sergileyeceğim. İktidar'ın tüm benliğine işlediği, tüm hareketlerine girdiği, dilini ele geçirdiği bizler iktidarsız bir yaratımı nasıl ortaya koyabiliriz ki? Eğer bir yaratım isteniyorsa önce kaçınılmaz bir yıkım olmalıdır. Hadi burada da Bakunin gibi şevke gelelim: "yıkıcı tutku aslında yaratıcı bir tutkudur." diye.

Bir de link vereyim yıkımın nasıl boyutlara ulaşabileceğinin görülmesi için: [url]http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=404[/url]

Şimdi olayı toplar isek; ekolojik benliğime geri dönmeyi istiyor muyum? Eğer istiyorsam, bu hiç de öyle kolay olmayacaktır. "Lütfen, dünyaya zarar veriyorsunuz, hepimizi öldüreceksiniz." diyerek caydıramayacağımız bir iktidar yarattık çünkü. Burada ben kararsız kalmaktayım işte.

kafcamus dedi ki...

kıymetli c. (1+f.) (f, fonksiyon tabe. öyle olunca ters mi oluyordu neydi. her neyse...),

sahiden memnuniyetle takip etmekteyiz yazıları. bizim sisifos, doğaya döndü bir nevi sayenizde.

biz sizin kadar ekoloji, çevre, doğa anlamayız; özünde bahsettiğiniz o modernist hale daha yatkınız ama olsun. faideleniyoruz... ama mesela "katı olan her şey buharlaşıyor"da faust'un böyle modernist bir yorumu vardır pek severiz, beğeniriz.

diyeceğim o ki, "yüz çiçek açsın bin fikir yarışsın"... buraya da tam gitti bu. maocu değilim o ayrı.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...