bu sene sosyal medyada paylaşılan "bu yıl okuduğum kitaplar", "2020'nin en iyi kitapları", "yılın filmleri", şu, bu listelerinde büyük bir artış oldu. güzel bir şey, halk kendi beğenisini ortaya koyuyor. işte biz de tam bunu yapacağız. ancak moda olduğu için değil tabii ki, "2020'de okuduğum en iyi kitap-2020'de seyrettiğim en iyi film" ödülleri artık bu blogun önemli bir geleneği olduğu için. (bkz.
önceki yılların kazananları listesi)
2020 başından itibaren okuduğum kitapların
listesini çıkarmıştım (iş icabı okuduklarım dahil değil, bu listede tamamen kendi zevkim için okuduklarım var. atladıklarım da kesin oluyor ama mümkün olduğunca düzenli şekilde tuttuğum bir liste bu). öne çıkanlar, "2020'de okuduğum en iyi kitap" ödülü için adaylar şunlardı:
* Yazmak Eylemi - Ferit Edgü
* Büyük Umutlar - Charles Dickens
* Kabul Görmüş Kanaatler Sözlüğü - Gustave Flaubert
Büyük Umutlar'ın bir "tefrika roman" olduğu her halinden belli, Dickens bey mümkün olduğu kadar uzatmış da uzatmış mevzuyu. nitekim Aralık 1860'tan Ağustos 1861'e kadar kendi çıkardığı dergide yayımlanmış. ve fakat hacmine rağmen akıp giden, hızlıca okunan bir kitap. heyhat, sonu fazla "sabunlama"; "ya yeter artık" denmiş de, aceleyle bitirmiş gibi.
bir kitaptan ne arıyoruz? bize yeni bir ufuk kazandırmasını? eğlendirmesini? bilgilendirmesini? edebiyat yapmasını? kalıpları yıkmasını? Kabul Görmüş Kanaatler Sözlüğü benim için bunların neredeyse hepsini karşılayan bir kitap oldu. Flaubert başkan çok iyi iş çıkarmış. bu yıl okuduğum en iyi kitap olmayı gerçekten kıl payı kaçırdı.
Ferit Edgü'nün tutkunları olduğunu biliyorum. ben onlardan değilim. fakat Yazmak Eylemi'nin önünde gerçekten selam duruyorum! tam olarak aynı olayı 101 farklı biçimde, 101 farklı bakış açısıyla anlatmak, anlatmanın yolunu bulmak, çok büyük iş... tamam metinlerin bazıları aksıyor, hepsinden aynı lezzet alınmıyor ama kitabın bütünü yazmak-okumak üstüne düşünenler için büyük bir olanak sunuyor. Edgü'yü tebrik ediyor (alkışlar, alkışlar...), "2020'de okuduğum en iyi kitap ödülü"nü Yazmak Eylemi'nin kazandığını zevkle açıklıyorum. (daha da coşkulu alkışlar)
gelelim film ödülüne... her seyrettiğim filme imdb'den not veririm: 10 üzerinden: 4-berbat, 5-kötü, 6-idare eder, 7-seyredilir, 8-iyi film, 9-10 zaten çok çok iyi film. her ay seyrettiklerimi "seyir defteri" başlığıyla bloga da aktarıyorum. 2020 aday listesi şöyle (söz konusu ayda en yüksek puanı almış filmler bunlar. misal iki tane 8'lik film varsa, o ay afişini koyduğum film kazanıyor. ayrıca bu yıldan itibaren artık animasyon ve belgesel dallarında da ayrı ayrı ödül vereceğim):
Ocak:
All Is True (2018): 7/10
Şubat:
The Two Popes (2019): 7/10
Mart:
Richard Jewell (2019): 7/10
Nisan:
La Belle Époque (2019): 7/10
Mayıs:
5 Fingers (1952): 8/10
Haziran:
I Am a Fugitive from a Chain Gang (1932): 8/10
Temmuz:
Cape Fear (1991): 8/10
Ağustos:
Sorry We Missed You (2019): 8/10
Eylül:
El ciudadano ilustre (2016): 8/10
Ekim:
The Black Cat (1934): 7/10
Kasım:
The Rules of the Game (1939): 8/10
Aralık:
L'aveu (1970): 8/10
Belgesel:
Cuba and the Cameraman (belgesel) (2017): 7/10
Sunderland 'Til I Die (belgesel) (2018– ): 8/10
The Last Dance (belgesel) (2020): 8/10
Hitler's Circle of Evil (belgesel) (2018): 8/10
Animasyon: Erased (animasyon) (2016): 8/10
Castlevania (animasyon) (2017): 8/10
Death Note (animasyon) (2006–2007): 9/10
Fullmetal Alchemist (animasyon) (2003–2004): 8/10
"belgesel dalı"nda ödülü Sunderland 'Til I Die kazanıyor. sezon boyunca Sunderland futbol takımıyla birlikte olan kamera sadece basitçe takımın röntgenini çekmiyor, aslında bir kulüp kültürünün "ne"liğinin de altını çiziyor. "animasyon" dalındaysa ödülü Death Note namlı esere veriyorum: konu yaratıcılığı olarak da, karakter gelişimi olarak da.
bu yıl hiç 9'luk film seyretmemişim, o yüzden değerlendirme 8'likler arasında olacak, ki epeyce var. fakat bunların çoğunun epeyce eski tarihli filmler olması da dikkat çekici tabii. 5 Fingers, sahici, çok başarılı bir casusluk filmi. I Am a Fugitive from a Chain Gang 1932'de çekilmiş olduğuna inanması zor bir film; sıkı bir toplum eleştirisi. daha önce de seyredip, tekrar başına oturduğum Cape Fear (1991), orijinal versiyonu geçen bir yeniden çekim; De Niro şov. Sorry We Missed You, Ken Loach beye bir kere daha şapka çıkarttırıyor; bu kadar sistemli, bu kadar yolundan sapmadan iş yapan adam her türlü saygıyı da, övgüyü de hak ediyor. El ciudadano ilustre yazarlık-yazmak üzerine mücevher gibi bir film. The Rules of the Game, orijinal adıyla La Règle du Jeu 1940'lı yıllarda her bakımdan yavaş yavaş çökmekte olan Avrupa'ya bilhassa ahlaki ve kültürel bakımdan sert bir eleştiri.
Costa-Gavras'ın neredeyse her filminden sonra aynı şeyi söylüyorum şahsen: bu adam iyi ki sinema yapmış, yapıyor! L'aveu, bazılarının görmezden gelmeyi tercih edeceği, kabullenmeyeceği bir film. zira çekoslovakya üzerinden bir rejim (adlı adınca: Stalin) eleştirisi. ve fakat basit, basmakalıp bir sovyetizm eleştirisi değil bu (hele Gavras'ın yaptığı işlerde durduğu yeri bilince): anlatılan hikaye, hikayenin işlenişi o kadar güçlü, sanatını öyle bir yedirmiş ki Gavras bey filme, film tek bir ülkede yaşanan bir vakayı ele almaktan çıkıyor: aslında daha genel çerçevede totalitarizmin attığı tokatları izlerken totalitarizme atılmış bir tokat haline dönüşüyor L'aveu. biz de 1970'te yapılmış bu şahane filmi -bu kadar geç izlemiş olmanın verdiği buruklukla da olsa-, "2020'de seyrettiğim en film" ilan ediyoruz (alkışlar). tebrikler Costa bey, helal olsun sana! (coşkulu alkışlar)