sonra Kazım gruptan ayrıldı, yeni albümler yaptı. bir müzisyeni pek fazla kişi tanımazken sevip, sonra "yükselişini" görmek iki türlü duygu uyandırabilir: "kimse bilmezken seviyorduk biz onu, sonra popüler oldu, bizim sevdiğimiz adam/kadın/grup kalmadı" ya da "kimse bilmezken seviyorduk biz onu, sonra popüler oldu ama hala bizim sevdiğimiz adam/kadın/grup". ZB, Kazım kadar popüler olmadı zaten hiç ama Kazım için hep söz ettiğim ikinci duyguyu hissettim. ZB'yle başlayan "bir gün bu adamla bir şeyler yapsam" hissim de hiç kaybolmadı.
İstanbul'a yerleştiğimde gazete işleri üzerinden kendisine epey yaklaştığım oldu ama tanışamadım. ZB'cilerle, Kazım'la birlikte bir şeyler yapmak kafamdaki "hayallerim" rafındaki yerinde durup dururken Kazım öldü. epey zamansızca. o zamanki ev arkadaşım Uygar bey kardeşimle Harbiye'de Kazım için yapılan törene gittiğimiz günün akşam saatlerine doğru koluma siyah, deri bir bileklik aldım. hem onu unutmayayım diye hem de işte kendime "bu adamla bir şeyler yapamadın, bu adam için bir şeyler yap"ı hatırlatmak için.
bunun imkanları da çıkmadı değil: misal Ümit Kıvanç'ın Kazım belgeseli yapmaya başladığını öğrendiğimde o işin içinde yer almak için çok heveslendim. hatta Ümit abiyle oturduk konuştuk; belgeselin ham malzemesine, topladığı fotoğraflara epeyce göz attım. neticede olmadı, o belgesel projesinde yer almadım ben. ama elimden gelen şeyler de oldu sanırım: muhtelif yerlere, muhtelif yazılar yazdım Kazım için.
zaman durmuyor elbet... o bilekliği koluma takalı bugün tam 10 yıl olmuş (kolumdan hiç çıkarmadığım düşünülürse amma dayanmış). yani Kazım öleli 10 yıl geçmiş. ama hala yaşıyormuş gibi değil mi? neden unutulmuyor peki? iyi müzisyen olmasını bir yana koyalım, bence "iyi" bir insanmış çünkü Kazım. bir tür "iyilik çekimi" diyelim: Kazım'ın arkadaşlarının anlattıklarına bakınca mesela, hemen hepsi adamı ilk gördüklerinde "bu adamla bir şeyler yapsam" dediğini görüyorsun. tıpkı bendeki hissiyat yani. bir kişinin hemen herkeste "şununla bir şeyler yapsak" duygusu uyandırması kişinin "iyiliğinden" başka neyle izah edilebilir bilmiyorum...
metafiziğe inanan bir insan değilim prensip olarak ama yakın zamanda çıkardığımız, Uğur Biryol kardeşimizin, "Kazım'ın Sevdası" kitabını yaparken şöyle bir şey oldu: kitap için çokça uğraştım; o dönemde normalden çok daha fazla dinledim Kazım'ı, Zuğaşi Berepe'yi; bir sürü konserini, söyleşisini seyrettim. kitapla uğraşıp dururken, "bu kitap da bu adamla/bu adama bir şeyler yapsam duygumu giderebilecek bir şey değil" diye düşünürken, bir gün öylesine girdiğim bir mağazada çarpıldım kaldım. zira o güne kadar çok aradığım ama bulamadığım, Kazım'ın en çok kullanılan fotoğraflarından birinde üstünde olan kızıl yıldızlı tişört, hem de aynı renkte öyle duruyordu (bir yerlerde ya okudum, ya seyrettim, bulamıyorum şimdi ama Kazım kendi tişörtünü Almanya'da bit pazarından aldığını söylüyordu. benim bulduğumun yıldızı bir parça daha büyüktü ama o kadar kusur kadı kızında da olur tabii). evet, metafiziğe inanan bir insan değilim ama metafiziğe inanmak insanı mutlu da eder bazen ya hani, "Kazım" dedim, "eyvallah abi" dedim, hemen aldım.
bunu şuraya bağlamak için anlattım uzun lafın kısası, Kazım'ın tişörtündeki yıldızın beş köşesi için "müzik, isyan, iyilik, büyük insanlık, hayal gücü" diyorum ben (başkası başka beşliler yaratabilir elbet). bu beş köşeye imanımız sürdükçe onun için, onunla birlikte bir şey yapmış sayılırız gibime geliyor artık. bir insanın bu duyguyu başka bir insana vermesi bile büyük iştir neticede. tam da bu yüzden Kazım Koyuncu, ne kadar zaman geçerse geçsin, dokunduğu hayatların içinde hep kalacak işte. daha ne olsun?...
mühim not: bu yazıyı yazdıktan, kitap çıktıktan yaklaşık 10-15 gün sonra o bahsettiğim, Kazım öldüğü gün aldığım bileklik düştü! tekrar takmadım tabii; metafiziğe inanan bir insan değilim ama metafiziğe inanmak insanı mutlu da eder bazen...