yanlış mı hatırlıyorum dedim, yok doğru hatırlıyorum: Treviso'ydu o takımın adı...
sene 2001. İtalya'da Treviso'nun deplasmandaki Ternana maçında Trevisolu taraftarlar bir pankart açıyorlar: "Takımımızda siyahi oyuncu istemiyoruz!" (aç parantez ekleyelim: şehrin o dönemki belediye başkanı da, Giancarlo Gentilini; fakir güneyin yükünden kurtulmak arzusundaki, ırkçılığıyla da bilinen Kuzey Ligi Partisi'nin bir üyesi. kapa parantez) istemedikleri takımdaki Nijeryalılar. maçın trajik yönü var Treviso için, kaybedip 3. lige düşüyorlar; maçın ironik yönü var Treviso için o maçta attıkları tek golün altında ırkçı saldırılara maruz kalan Omolade gibi bir başka Nijeryalı'nın, Adeshina'nın adı yazıyor.
ertesi hafta Trevisolu oyuncular, bu sefer kendi evlerinde sahaya çıktıklarında tribünler öylece kalakalıyor: sahadaki herkes "zenci"! Trevisolu futbolcular, arkadaşlarına yapılan saldırının altında kalmıyorlar. Omolade gollerden birinini adı.
Gentilini, "Küme düştükleri için utançtan boyamışlardır yüzlerini" diye pişkinlik yapadursun, ki bir ırkçının alameti farikası "pişkinliktir", Trevisolu oyuncuların yaptığı "güzel iş" silinmemek üzere orada tarihte duruyor işte.
bu hikaye nereden aklıma geldi: tarih, biraz böyle bir şeydir: yapılanı asla unutmaz; yapılmayanı çoklukla dikkate almaz, hatırlamaz da zaten. "bu topraklarda ırkçılık falan olmaz yeaaa" demeden, tuttuğun takımın rengine bakmadan Emre-Zokora hikayesinde bir şeyler yapanların/söyleyenlerin tarafında olmak, "yürü git lan 'pis' Emre" demek şart.
zira gündelik hayata böyle çaktırmadan sızan ırkçılık bu toprakların damarlarında o kadar usul usul, o kadar derinlerden akıyor ki, aslında capcanlıyken olmayan bir şey sanılıyor. tarihine bakmak zor geliyorsa, etrafına biraz daha bu gözle bak neler neler göreceksin...
akademik olsun, doğru söz olsun, Archetti&Romero'nun şu tespitini kat'a unutmayacaksın işte: “Futbol sahici bir sosyal gerçeklikle, kendince bir bağ kurar. Futbol içi bağlamlarda meydana gelen hareket ve olaylar, daha geniş bir sosyokültürel sürecin aynasından ibaret olarak değil, bir toplumun, kendi merkezindeki ahlaki, siyasi ve varoluşa dair meseleleri ortaya koyma sürecinin bir parçası gibi değerlendirilmelidir.”