25 Şubat 2007

her şey her şeyin yerine

televizyonu müzik dinlemek için kullanıyorum; gitarın anfisi cd çalar gibi olup radyo görevi gören anex'e bağlı; çalışma lambası mutfağı aydınlatıyor; sinbo süpürgenin kutusu dvd'nin sehpası; bir sandalye bir türlü kapanmayan balkon kapısına yaslı açılmasın diye; trabzonspor dergilerinden beşi bilgisayar ekranı yükselticisi; iki koltuk yastığı bilgisayar sandalyesi kıç rahat ettiricisi-yükselticisi; yatağın başucu komidini eve girerkenden kalan bir büyük kutu...

gece kraliçesi'nin aryası...



"Sihirli Flüt"ün ilk sayfası

21 Şubat 2007

yıkıldığımızın resmi

hani uzak'ın afişi vardı ya, hani benim burası neresi diye sorup durduğum, yokmuş lan öyle bir yer! biri dediydi bunu da inanmadıydım, bugün bu işlerden anlayan bi çizer geldi, laf arasında ona sordum, "abi o kurmaca ya" yaptı. inanmak zorunda kaldım, yıkıldım. oysa haliç'in sonuna doğru mu acaba falan diye belli bir umudum vardı. yokmuş...

19 Şubat 2007

yolvediğerleri

önce ön camı patlamış, kaportası dağılmış, neden sonra durduğu belli bir araba... sonra ters dönmüş bir kamyon... sirenler; ışıklar kırmızılı-mavili... bir otobüsün içindeki horultular, uyku sesleri, kalorifer sesleri, camlardan gelen sesler, koltuklardan gelen sesler...


Kukla Tiyatrosunda Çocuklar, Paris, 1963, Alfred Eisenstaedt

15 Şubat 2007

kulak

yarebbimmm... while my guitar gently weeps'ı tüm sesleriyle dinleyebiliyorum, duyabiliyorum. şimdi bunu nasıl anlatsam ki? benim dükkandaki bilgisayarda hoparlör yok. bilgisayardan ses çıkıyor. yani ses bilgisayardan çıkıyor. nasıl bilmiyorum ama öyle işte. e ondan çıkan ses de bi boka yaramıyor esasen. yani yarıyor da sadece işte ana melodi hakkında fikrin oluyor. inceliklerden uzak kalıyorsun. neyse, geçen Tuğrul abim taaa 70'lerden kaldığını iddia ettiği bir kulaklığı getirdi. ben önce pek muhabbet göstermedim kendisine. sonra dün çekinerek denedim. ulen sahiden süpermiş beea. bu durumda müziğe "bakmaktan" çalışmamız zorlaşacak ama bunun için zorlaşsın zaten ki...

12 Şubat 2007

oralara da yağar yağmur

sahne:
akşamüstü, yağmur, karşı apartmanın damında bacanın kenarında bir martı, baca yüzünden sadece yarısı gözüken soluk, bildiğin soluk sarı bir güneş bulutların arasında, görünür gibi görünmez gibi. martı güneşe dönük, adam martılı cama. sağ eli yüzünde.

müzik:
strange fruit.

ses:
nina simone

açıklama:
hayır öyle yok mangoydu yok bilmem neydi falan değil bildiğiniz insan onlar.

koku:
suz.

esas yer:
Greensboro, Alabama, 1938.

-Strange Fruit-
Southern trees bear strange fruit,
Blood on the leaves and blood at the root,
Black bodies swinging in the southern breeze,
Strange fruit hanging from the poplar trees.

Pastoral scene of the gallant south,
The bulging eyes and the twisted mouth,
Scent of magnolias, sweet and fresh,
Then the sudden smell of burning flesh.

Here is fruit for the crows to pluck,
For the rain to gather, for the wind to suck,
For the sun to rot, for the trees to drop,
Here is a strange and bitter crop.

09 Şubat 2007

turunculu kolyeli kanyaklı...


bizim ev miydi, değil miydi; yaz mıydı, kış mıydı; üstümde turuncu şeritleri olan bir kazak vardı. sonra bir kolye yapmaya kalktım kendime, ucunda böyle yuvarlak bir şey vardı, turuncu bir ipi. sonra düşündüm, "bunu takayım mı acaba?" diye. banu güven geldi. elimden kaptığı gibi ipi, güzelce bir şekil de verip, boynuma takıverdi. "çok güzel oldu" dedi. "tamam" dedim, "çıkarmam o zaman". bizim bakkal mıydı, benim odam mıydı neydi; raflarda şişeler şişeler, camekanın içinde şunlar bunlar; rafın arkasına geçti. napıyor diye baktım. elinde bir şişe, kanyak şişesi. bardak bulmuş koyuyor. "yayının yok mu senin?" dedim, "içelim" dedi. hafif miydim, ürkek mi, tedirgin miydim, mutlu mu yatağa uzandım.

tavana bakmaya başladım uzun uzun. turunculu bir ip şart...

07 Şubat 2007

argenteuil'de yelkenliler

aslında yapılacak işler var (her zaman olduğu gibi) ama yapasım yok. duruyorum öyle. muhtelif telefonlar geliyor, herkes çevirmen olmak istiyor, herkes kitap yazmış... monet'nin argenteuil'de yelkenliler tablosunun röprodüksiyonunu ankara'dan bir radyodan kazanmıştım, lise miydi, ortaokul muydu?

aklıma geldi; çok uzun zaman kırmızı, sadece kırmızı, üzerinde hiçbir şey yazmayan kupa aradım. yoktu. sonra bi tane camdan yapılmışını buldu annem. ama aradığım o değildi, hâlâ da öyle kupa var mıdır bilmem. sonra bir dönem de erkekler için mor kazak olmadığını (yine düz tabii ki) bizzat tetkik etmiştim.

tamam dvd şeysi aldık ama televizyon(lar)(biri evin biri uygar efendinin ama ikisi de "vurarak çalıştırmalı") bozuldu bu sefer de. zaten o dvd'yi göstermek için de bin dereden su getiriyordu. bu kadar eşyalanmak meselesini düşünüyorum. geleli de 2 sene 5 gün olmuş.

memlekette faşizm var demek lazım. faşistlere de faşist demek. hele ki o tribündeki şerefsizleri ifşa etmek. gel gör ki iki satır ntv yazısı bağlamında anca 4-5 kelam edilebiliyor. demek ki ayrı bir şeyler yazılacak (bunu da ne zamandır düşünüyorum da bir türlü girişemiyorum. bu manasızlıktan da kurtulmak gerek).

01 Şubat 2007

cococambo

bi sürü içtim, bi yandan da bulduğum süper kitabı okudum: "Bitter Chocolate: Investigating the Dark Side of the World's Most Seductive Sweet". çikolatanın sosyal tarihini anlatıyor. tam da bize gidecek bir kitap, pek de keyifli gidiyor. bunu bastırmak için efor sarf edecem.

abla, fildişi sahilleri'nde bir kakao üreticisi köye gidiyor (fildişi sahilleri önde gelen üreticilerdenmiş).
köydekilere soruyor: "burada topladığınız kakaoları naparsınız?"
kabile şefi cevap veriyor: "bilmem ne limanına göndeririz, oradan da amerika'ya, avrupa'ya gidiyormuş".
"eee, onlar napıyormuş ki kakaoyla?"
"bilmem ki!"
"çikolata yapıyorlar" diye açıklıyor apla, "peki hiç çikolata yiyen var mı aranızda?"
sadece birisi, köyden bi çıktığında tatmış, "güzelmiş!"

apla diyor ki, "hocam bu sizin gönderdiğiniz kakaolardan yapılan çikolatalar 500 batı afrika frankına (1 kanada doları ediyormuş) satılıyor bizim oralarda".

"höööö" diye kalıyor elemanlar. "ulen o bizim burada bir çocuğun 3 günlük yevmiyesi, o paraya tavuk neyin alırız biz, kakaodan yapılmış şey alınır mı beea"

dünya böyle boktan bir yer işte...
"başka bir gezegenin cehennemi mi yoksa?"
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...